CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasından da, kaçırıldığında yaşadıklarından da, serbest bırakılmasından da bir şey anlayan varsa beri gelsin. PKK bu eylemi neye ve kime dayanarak yaptı, bilen yok. Hadi yaptı diyelim, o zaman dağdaki iki günlük süreçte yaşananların adı neydi? Alıkoyma desem değil.
Aslında olayların ilk anından son anına kadar her şey o kadar absürd gelişti ki insan yaşananlara isim bulmakta zorlanıyor.
Düşünün, yol kesen PKK’lılarla Hüseyin Aygün Zazaca konuşuyor, gelin görün ki PKK’lılar Kürtçe bilmedikleri için Türkçe konuşmak zorunda kalıyorlar. Sonrasında Hüseyin Aygün’ü kaçıran 2 PKK’lıdan biri sabah uyuyakalıyor, Hüseyin Aygün kaçıp gideceğine nöbetçiyi uyandırıyor. En ilginç anı ise veda sahnesi; dağdaki PKK’lı gençler “Barış için çaba göster, bizi bu dağlarda unutma” diye uğurluyorlar Hüseyin Aygün’ü...
En matrak tarafı ise Hüseyin Aygün’ün kaçırıldıktan sonra PKK’lı gençlere CHP ajitasyonu çekmesi.
Böyle olur tecrübeli politikacının kaçırılma hali.
PKK ve Kürt sorunu üzerine şöyle absürd komedi tadında bir film yapalım deseniz ve yaşananları senaryo olarak yazsanız aklı başında bütün yapımcılar “Bu kadar da olmaz, uçmuşsunuz” derler. Gelin görün ki oluyor işte...
Geçen günlerde bu sütunda sizlere “Türkiye’nin Kürtlerle derdi ne?” diye sormuştum. Dağdaki genç PKK’lıların durumuna bakınca aynı soruyu tersten sormanın zamanı geldi de geçiyor sanırım.
PKK’nın Türkiye ile derdi ne?
Somut olarak neyin savaşını veriyor? Bu savaş ne olunca bitecek ki dağdaki bıkkın, yorgun bu PKK’lı gençler evlerine dönecek?
Emin olun, bu soruların cevabını hepimizden daha çok Hüseyin Aygün’ü kaçırdıktan sonra “Bizi buralarda unutma” diye uğurlayan dağdaki genç PKK’lılar merak ediyor.



Sancaktar! (Parayla satılmaz)
Geçen gün telefonum yine acı acı çaldı, karşımda sevgili dostumuz Hakan Albayrak. Hakan ile son 15 yılda İslam coğrafyasındaki pek çok farklı konuda yaptığımız haberler vesilesiyle çoğu canlı yayında olmak üzere bir araya geldik. Türkiye’de samimiyetine inandığım Müslümanlardan biridir. Bana yeni çıkacak bir dergiyi göndermek istediğini söyledi. Uzun zaman sonra derginin tanıtım sayısı nihayet elime ulaştı. Bir dönemin mazlumlarının gergin ve tahammülsüz hallerine tanıklık ettiğimiz şu mübarek günlerde, pek çok kişiye ilaç gibi gelecek yeni bir dergi hazırlamışlar. Açık söyleyeyim, derginin içindeki konuların pek çoğunda hazırlayanlarla neredeyse taban tabana zıt düşünüyoruz. Mesela derginin ilk sayısında Suriye konusunda Davutoğlu’nun politikalarını övmeleri, Suriye’ye özellikle tek taraflı bir perspektiften baktıklarına kanaat getirdiğim yazılarının çoğunda anlaşmamız kolay olmayacak. Yine de bunların hiçbir önemi yok.
İlk satırından son satırına kadar bir davaya samimiyetle inanmış insanların kaleminden çıktığı belli olan bu dergi, düşünce hayatımıza bir zenginlik getirecektir. Her geçen gün bir çöle dönüşen düşünce hayatımızda düşünmekten ve farklı düşünceleri duymaktan korkmayan herkese tavsiye ederim...

Arkeolojik basın toplantıları
Türkiye’nin PKK ile yatıp Suriye ile kalktığı şu kısır gündem günlerinde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın sürpriz basın toplantılarına bayılıyorum. Bakan Günay son olarak Sinanpaşa Camii’nden 2002 yılında çalınan çinileri Türkiye’ye getirdi. Gerçi nasıl getirdiği tam bir muamma ama olsun varsın, bu da bir teselli! Bakan Günay daha önce bizlere şaşkın bakışlı Şupililuma’nın heykelini tanıştırmıştı.
Oh be... Gerçekten oh be...
Türkiye’de farklı şeyler, güzel şeyler de oluyor. Turizm denilince herkesin aklına deniz, kum, rakının geldiği bir ortamda böylesine arkeolojik buluntuların ‘üç-beş çanak çömlekten’ çok daha önemli olduğu işte tam da böyle sürpriz basın toplantılarıyla gösterilir. Türkiye’de bildiğiniz gibi arkeoloji yıllarca hor görülüp gerekli kaynak ayrılmadığı için bütün büyük kazıları yabancıların önderliğinde götürmek zorunda kalmıştı. Son buluntular üzerine Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji dalında okuyan genç bir öğrenci arkadaşımla biraz sohbet etme fırsatı buldum. Kendisi Bodrum’da yaz aylarında garsonluk yaparak harçlığını çıkartmaya çalışıyor. Bu genç üniversiteli arkeolog adayı bakanın her iki açıklamasından da mutlu gözüküyordu. Ancak “Bize üniversite sonrası iş yok, işçiler bizden daha çok kazanıyor” derken çaresizce omuzlarını deviriyordu.
Böyle bakınca bizim arkeoloji maceramız gerçek bir varlık içinde yokluk hikâyesine benziyor. Mesela İstanbul Arkeoloji Müzesi bile deposundaki eserlerin ancak yüzde 10’luk bölümünü, o da son yıllarda TÜRSAB’ın çabalarıyla sergilemeye başladı. Mesela Bodrum garajının altındaki sit alanı kaynak yokluğundan çıkartılamıyor. Memleketin dört bir tarafı define avcıları tarafından talan edilmelere doyulmadı, hâlâ edilmeye devam ediyor. Daha bu örnekleri uzatabiliriz ama bir dakika...
Bakın, Türkiye’de güzel şeyler de oluyor.
Sizi bilmem, bakanın bu sürprizli basın toplantıları benim çok hoşuma gidiyor.