YÖK, 12 Eylül Anayasası yürürlüğe girmeden önce kuruldu. 12 Eylül rejiminin toplumu zapturapt altına alma arzusunun en anlamlı kurumlarından biridir. Üniversitelerin Milli Güvenlik Kurulu olarak tasarlanan ve eşine daha çok totaliter ülkelerde geçmişte rastlanan bu kurum, kendisinden beklenen işlevi yerine getirdi. Bir YÖK tipi üniversite personeli yarattı. Otorite karşısında suratında sahte bir gülümsemeyle hafif öne eğilmiş duran, akademik özerkliğin sınırlarını ülkenin milli menfaatleri ve yüksek devlet politikalarıyla çizen, memur zihniyetli bu YÖK tipi akademisyen, milliyetçi-muhafazakâr da olabilirdi, ulusalcı-laikçi de. Ait oldukları taraf farklıydı ama YÖK onları özünde tektipleştirmeyi başardı.
YÖK başkanları değişti ama tornası hep aynı biçimde çalıştı. Güç karşısında boyun eğmeyi içselleştirmiş bu akademik camia, o bastırılmış ezikliğini astlarına karşı kusarak zaten otoritarizm, bireylerin otoriter kişilik özellikleri ile yapının salgıladığı otoriter reflekslerin birbirlerini tamamladıkları an ve yerde en güçlü halini yaşar. YÖK üniversitesi otuz yıldır bunu yaşıyor.
Bugünün otoriter üniversite idarecisi pratikleriyle 1990’ların benzer pratikleri aynı sıklıkta karşımıza çıkıyor. İdeolojik olarak makbul olmayan tarafta yer aldığı için ve bunu açık ve belki taşkın biçimde gösterdiği için mağdur edilmeye devam ediliyor öğretim elemanları ve öğrenciler.
YÖK Öğrenci Disiplini Yönetmeliği cayır cayır işliyor. Cumhurbaşkanı’nın tercih edip atadığı Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Mehmet Pakdemirli ile eski dönemin mümtaz rektörü Kemal Alemdaroğlu ne kadar benziyor, farkında mısınız? Fanatik ulusalcı bir örgütün merkez yönetiminde yer alan bir öğrencinin, “Biz görevi Atatürk’ten aldık. Atamızın izindeyiz” türünden sayıklamalarına rektörün verdiği yanıt, mükemmel bir otoriter kişilik örneği (bkz. Radikal, 14.3.2012). Bu söze omuz silkip, yoluna devam etmek yerine, “Cumhuriyet’i savunacak biri varsa o da benim. Siyasi slogan atarsanız üniversiteden atarım sizi” diyen rektör, yememiş içmemiş öğrenciye bir yıl uzaklaştırma cezası verdirtmiş. Bu da kesmemiş, aynı öğrencinin AKP’nin İzmir’de bir ilçe binası önünde protesto açıklaması yapmasını bahane edip, üniversiteden de attırmış. Üniversite rektörü mü hükümet komiseri mi, insan karar veremiyor.
Türkiye’de rektörlük denizaşırı eyalet valisi konumundadır. Rektör, rektörlük toprakları üzerinde hükümdar yetkisiyle dolaşır. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörü Hüsnü Salih Günder de üniversiteye getirdiği akıllı kart sistemini protesto etmeye niyetlenen öğrencilere karşı, sanki düşman birlikleri vatan topraklarına sızmış gibi sesleniyor: ‘Üniversite kampüs alanı içerisinde yasadışı örgütlerin gösteri ve yürüyüş düzenleyecekleri’ni iddia edip, bu ‘tahrik ve provokasyonlara kapılan öğrenciler hakkında gerekli müeyyideler uygulanacağını’ ilan ediyor. Rektörlük topraklarını savunuyor.
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı’na nokta atışıyla geldiğinden beri Yusuf Devran’ın asli meşgalesi, kendisini eleştiren öğrenciye uzaklaştırma cezası verdirmek veya sendika içi haberleşmede kullanılan internet grubunda yazdıkları nedeniyle bir öğretim elemanı hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatmak. Bu dekanın da geleceği parlak. Bu hız ve azimle devam ederse, yakın bir tarihte bir yerlerde rektör olarak karşımıza çıkacaktır.
Bir yandan polis ve yargı, akademisyenleri, araştırmacıları meslekleriyle ilgili faaliyetlerden ama elbette başka kılıf altında, tutukluyor (örneğin Büşra Ersanlı, Müge Tuzcuoğlu,...) diğer yandan hakkında terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla dava açılan öğrenci sayısı artıyor. Ve bazı rektörler, hâkimden önce davranıp, dava sonuçlanmadan öğrenciyi üniversiteden atıyor. Hiç değişim olmadı mı? Oldu elbette. 1990’larda öğrenci ve öğretim elemanı fişleyen profesörlerin, rektörlerin yerine başkaları geldi.
Üniversite, YÖK rejiminin salgıladığı otoritarizmle toplumda son derece yaygın olan otoriter kişilik arasında kıskaca alınmış durumda. Üniversite, gücün karşısında yer almamayı öğretiyor. Akademik camia da büyük çoğunluğuyla bunu öğretmekle yetinmiyor, bunu böyle yaşıyor. Somut ve basit bir örnek: Bir totaliter zihniyet müsveddesi olan YÖK Disiplin Yönetmeliği’nin baştan sona ve hemen değiştirilmesini talep eden güçlü bir ortak ses çıkmıyor. Çünkü 12 Eylül üniversiteleri çalışıyor.