Etnik, ırki veya dini kimliklerden hareketle verilen hak mücadelelerinde soru genellikle hak talep edenlere yöneltilir: “Ne istiyorsunuz?” Bu soruya verilen yanıt, eğer bağımsızlık ve ayrı devlet kurma değilse genellikle iki talepten oluşur. Birincisi, eşitlik. İkincisi, kendi etnik veya dini kimliğini özgürce yaşamak.

“Ne istiyorlar” sorusu, genellikle biraz küçümsemeyle karışık olarak, bastırılmış bir gerginliğin tizleştirdiği ses tonuyla kendinden hak edilen tarafından sorulur. Yani talep edileni kabul etme veya etmeme hakkını, yetkisini kendinde gören sorar bu soruyu. Çünkü böyle bir soruyu sormak, işin başından kendini talebe olumlu veya olumsuz yanıt verme, istediği kadarını kabul etme, istemediğini reddetme hakkı veren üstün bir konuma yerleştirmek demektir.

Bu soruda yatan ima, sorunun en önemli kaynağının tam da talep etme fiilinde yattığıdır. Zenciler eşitlik talep etmese gül gibi yaşanacaktır ülkede. Müslümanlar, “Biz cami hem de minarelisinden isteriz” diye tutturmasalar, dünyada refahın en yüksek olduğu ülkede herkese yetecek ekmek vardır. Bu örnekleri çoğaltmak kolay.

Sorunun esas kaynağını görmek için, her yerde bu soruyu tersi yönde sormak yararlıdır. Zencilerin eşitlik talebi karşısında beyazlar ne istiyor? Müslümanların eşitlik talebi karşısında Hıristiyanlar ne düşünüyor? Berberilerin eşit kimlikli yurttaşlık hakkı talebi karşısında Araplar ne diyor?

Sözün nereye geleceği açık. Bugün Türkiye’de “Kürtler ne istiyor” sorusunu sormak, ağır bir provokasyondur. Kürtler kadar ne istediklerini yıllardır açık biçimde ifade eden bir başka toplumsal grup yok Türkiye’de. Bu nedenle böyle bir soru kendisine yöneltilen bir yaşlı Kürtün yaptığı gibi, “Zıkkımın kökünü” yanıtını vermekten başka çareleri yok. Ne istediklerini Kürtler gayet iyi bildikleri gibi, çoğunluğu oluşturan Türkler de bir o kadar bunu iyi biliyor. Bilmemezlikten gelir gibi yapıyorlar. Dolayısıyla bugün Kürt sorunu konusunda Türkiye’de sorulması gereken ilk ve en önemli soru, “Türkler ne istiyor” sorusudur. Burada Türkler tabirinden, kendini bu ülkenin asli etnik kimliğine ait olduğunu hisseden toplumsal çoğunluğu anlamak gerekir.

Evet, Kürt sorunu konusunda “Türkler ne istiyor?” Kürtlerin eşitlik talebini içlerine sindiremedikleri açık. Ama eşitlikten ne anlıyorlar? Herkes Türk olsun, böylece eşit olunsun mu, anlıyorlar. Başbakan bu soruyu aslında yanıtladı. “Kürtçeyi seçmeli ders yaptık, yeterli bulmuyorlar. Neymiş, zorunlu ders olmalıymış. Kusura bakmasın, o kadar da değil” dedi. Bu duru su kadar berrak yanıta dün Radikal internet sayfasındaki yazısında Yertvart Danzikyan başka bir soruyla yanıt veriyordu: “Peki ne kadar? Ve buna neden AKP tek başına karar veriyor?”

O kadar değilse, ne kadar? Sorun tam da burada yatıyor. ‘Ne verileceğine’ karar verme hak ve yetkisinin kendilerinde olduğunu düşünen, buna inanan çoğunluk ne istiyor? Kürtlerin hepsi dağa çıksın mı istiyor? Yoksa, Gündüz Aktan’ın zamanında ima ettiği gibi, Kürtlerin Irak Türkmenleriyle zorunlu mübadeleye tabi kalmasını mı? Türkiye bütünüyle ‘Türk’ olsun ve belki “Dünya Türk olsun” mu istiyor? Kemalist laikçilerin din konusundaki tavırları gibi, Türkiye’de Kürt kimliği özel alanda kalsın, kamu alanında gözükmesin mi istiyor? Bulgaristan’daki Türklere anadilde eğitim ve Bulgaristan Türkü kimliğiyle eşit yurttaşlık talep etmeyi en doğal hak olarak görürken Türkiye’de Kürtlerin benzer bir hak talep etmesi karşısında, “O kadar da değil” diyerek neden hemen kabarıveriyor. Neden Edirne’deki bir Türk, Hakkâri’de anadili Kürtçe olan okul açılması talebi karşısında, “Bu kadar da değil” diyor?

Dikkat edilirse Başbakan’ın bu berrak yanıtında terör, şiddet, silahlı mücadele gibi etmenler de bir hafifletici gerekçe olarak yer almıyor. Çıplak ve mutlak bir ret var. Kürtçenin anadil olduğu, Türkçenin de ikinci zorunlu dil olması talebine hangi gerekçeyle Başbakan kesin bir “O kadar da değil” yanıtı veriyor? Bilmiyoruz. Ama Başbakan’ın ve AKP seçmenlerini epey aşan Türk çoğunluğun kafasında bir “bu kadar var”. Kusura bakmasınlar ama bu nedenle bugün Kürt sorununda ilk sorulması gereken soru “Türkler ne istiyor”dur. Ve bu ‘Türklerin’ bu kadarı, ne kadar? Neden o kadar?