Ortaçağda krallık veya papalık yönetiminden özerkleşmeye başlayan kentlerin (bourg, burg) tüccarlarını, tefecilerini, hukukçularını, büyük zanaatkârlarını ifade ediyordu burjuva sözcüğü. ‘Sanayi Devrimi’yle birlikte, kapitalist üretim sisteminin egemen sınıfını belirtmek için de kullanıldı. Marksist literatürde, kapitalist iktisadi sistem içinde üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olanları, ücretli emekçi çalıştırarak sermaye birikimini sürdürenleri tanımladı. Bu iktisadi konumun yanında, sözcüğün içerdiği kültürel boyut da anlamını yitirmeden bugüne kadar geldi.
Bugün genel olarak burjuva, hem iktisadi-sosyal bir konumu hem de kültürel bir kalıbı, belli bir yaşam tarzını ifade eder. Sınıf bilincinin güçlü olduğu ülkelerde, özellikle Avrupa’nın kuzeyi ve anglosakson dünyasında muhafazakâr-liberal siyasal partiler, ‘burjuva partileri’ olarak tanımlanır.
Türkiye’de burjuva sözcüğünün bu iki anlamı aynı zamanda ifade etmediğini, edemediğini, son olarak Orhan Pamuk’un Türkiye’de burjuvazi olarak ‘laik Türk üst sınıfı’nı işaret etmesi gösteriyor. Pamuk, ‘kendisinin de aynı sınıftan olduğunu’ belirttiği bu ‘burjuvazi’yi, daha çok sahip olduğu kültürel değerler, yaşam tarzı ve kendini diğer sınıflara karşı konumlandırma tarzı ile tanımlıyor. Bu sınıfın başörtülü ‘kendi vatandaşlarından nefret etmesi’ni, üst sınıfın alt sınıfın yaşam tarzından ve kültürel değerlerinden hazzetmemesi olarak ele alabilir miyiz? Genellikle üst sınıfta nefret değil hazzetmeme duygusu hâkimdir. Kendi konumu için tehdit oluşturmaya başlayınca bu duygu nefrete dönüşür. Bu ise daha çok aristokrat sınıfın kibrini ve toplumun geri kalanına bakışını andırır. Belki de gerçek anlamda aristokrat sınıfının yok denecek kadar sınırlı olması nedeniyle Türkiye’de burjuvazinin Batılı yaşam tarzı değerlerine sahip olan kısmının fiilen aristokrat konumunu işgal ettiğini söylemek daha doğrudur.
Galiba bu son değerlendirme, bugün AKP’nin sahip olduğu hegemonik konumu izah eden önemli anahtarlardan biri. Pamuk’un değerlendirmeleri hakkında kendilerine fikirleri sorulan iki işadamının görüşleri aydınlatıcıydı. MÜSİAD, yani Müslüman işadamlarının örgütü, nesnel olarak bakıldığında dört dörtlük bir burjuva örgütüdür. TUSKON da. Bu ikisinin TÜSİAD’dan bu açıdan bir farkı yoktur. Zaten Türkiye dışında, kapitalist ülkelerde, böyle kültürel kimlikler üzerine dayalı iş dünyası örgüt parçalanmasına rastlanmaz.
MÜSİAD’ın kurucu başkanı Erol Yarar, Pamuk’un Türkiye’deki burjuvazi eleştirilerine katıldığını belirterek “Burjuvazi Türkiye’de hep halktan uzakta olmuştur” diyor. Kendini kastetmediğine göre, ya kendini burjuvazi içinde görmüyor ya da burjuvadan başka bir şey anlıyor. Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Konukoğlu da “Ben burjuvaziden anlamam, onlar büyük adamların işi” derken burjuvaziyi iktisadi konumdan farklı bir alanda tahayyül ettiğini ele veriyor. ‘Büyük adam’ olmanın Konukoğlu’nun gözünde anlamı ne? Kendisi Gaziantep vergi rekortmeni. Holdingin beş şirketi ilk 500 şirket listesinde ama Konukoğlu ‘burjuva’ değil, ‘işadamı!’ Çok büyük bir sanayi kuruluşunun başında olan Konukoğlu’nun burjuvadan anladığı, bir tür aristokrasi. Bu tavrın arkasında kendi Müslüman zengin kimliğini örtecek, ‘sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış kitle’ ideolojisini sürdürecek bir “Biz değiliz, onlar!” tavrı da yok mu? Bu ideoloji, bilindiği gibi, katıksız bir burjuva ideolojisidir.
Müslüman burjuvaların ‘burjuva’ dendiğinde hiç üzerlerine alınmamaları Türkiye’deki kültürel kimliklerin iktisadi sınıf yapılanmasının üzerini nasıl güçlü biçimde örttüğünü gösteriyor. İşveren-emekçi ilişkilerinde bütünüyle kendini ele veren bu durum, fiilen egemen sınıfın bir parçası olmakla beraber, ‘üst sınıf’ olarak başka bir kesimin aşağıdan gelen muhafazakâr-liberal demokratikleşme dinamiğinin hedef tahtasında kalmasını sağlıyor. Bunu, Batı Avrupa devrimlerinde burjuvazinin aristokrasiyi yerleştirdiği toplumsal tepki paratoneri olma konumuna benzetebiliriz.
AKP de seçmenlerin yarısına ulaşan desteğini bugüne kadar büyük ölçüde böyle bir dinamikle sağladığını dikkate alınca, AKP ve benzerlerinin halk nezdinde ‘burjuva partiler’ olarak tanımlanması Türkiye toplumunda taşların yerine oturduğunun anlamlı bir işareti olacaktır.