Bu ülkede kimse özgür değil çünkü kimse sorumluluk sahibi değil.

Var olmak başlı başına özgürlüktür der felsefe kitapları.

Sadece nefes alıp vermek yetmez, dokunduğumuz, gözümüzün değdiği, varlığından haberdar olduğumuz, olma ihtimali olan her şeyden sorumluyuz.

Yani 14 yaşında bir kız çocuğu sizin çocuğunuz değil diye, onun düğününe gidip yakasına da altın takarsanız siz de hafif pedofiliye meyillisiniz demektir.

Ya da suça göz yumuyorsunuz demektir, bir de ödüllendiriyorsunuz demektir.

Onların da adeti öyle. Ne yapalım.

Ya da bizde kızlar yerden tepsiyi kaldırabiliyorsa kocaya varır, mantığı taşıyorsanız?

Yine hastalıklı bir ruha sahipsiniz demektir.

Küçük bir kız intihar etmiş çünkü ailesi onu seni okuldan alırız evinin kadını olursun diye tehdit etmiş.

Kız 14 yaşında.

Öğretmenlerine yalvarmış. Ne olur notlarım düşük olursa beni evlendirecekler, demiş.

Öğretmenler kızın yakarışlarına kulak vermemiş.

Ben medyanın yalancısıyım.

Belki velisiyle konuşmuşlardır.

Belki devletin yetkili kurumları var sizi şikayet ederiz. Çocuğunuzu elinizden alırlar, demişlerdir.

Bilemiyorum.

Sonuç, kız büyüklerin duyarsız ve sorumsuz davranışları yüzünden çaresiz kalıp, hayatına son vermiş.

Bir sürü gerçek insan hikayesi anlatabilirim.

Her gün televizyonun karşısına geçip kadın programları seyrediyorum.

Siz de etrafınızda duyduğunuz, seyrettiğiniz insan hikayelerine şahitlik ediyorsunuzdur.

İnsanları kadınlar ve erkekler olarak kalın çizgilerle ayırıp eleştirmek istemiyorum.

Erkekler kötü, verdikleri karar yüzünden kadınların ve çocukların hayatını mahvediyorlar demek istemiyorum.

Mesela savaşlar erkekler yüzünden çıkıyor.

Kadınlar ve çocuklar sıcak yataklarından sürülüp hiç bilmedikleri topraklarda hayal etmedikleri hayatları yaşamak zorunda kalıyorlar.

Benim bir oğlum var.

Geleceğe güvenle bakmak istiyorum.

Onu, çocuklarını, sevdiklerini mutlu yaşadıkları bir dünyada düşünüp ölmek istiyorum.

O yüzden hep düşüncelerimi frenliyorum, temizliyorum.

Ama şimdiki zamanda yaşadıklarım beni rahat bırakmıyor.

Olumlu düşünmeme izin vermiyor.

Kadınların, çocukların başına gelenler yüzünden kısa düşünüp bu erkeklerin… diye, başlayan küfürler savurmak istiyorum.

Ama benim hayatımdaki erkeklerin eğitiminde katkımın olduğunu düşünüyorum.

O zaman da değişimin, dönüşümün esas olduğu fikri geliyor aklıma.

Nesnelerin bile doğal hayatın içinde kendi kendine dönüştüğü bir ortamda insan zekasının değişip gelişmemesi mümkün değil.

Yeniden içimi umut kaplıyor.

Yazma arzum yeniden nüksediyor.

Herkes elinden geleni yapmalı.

En iyi bildiğini, kendisinde en değerli olanı paylaşmalı.

Biz etrafımızdaki insanların toplamından ibaretiz.

Yani öyle ağaç kovuğundan çıkmış gibi kendimize has kötülük ya da iyilikten oluşmuyoruz.

Buna nesneler de dahil.

Okyanusta bir su damlasının yayılması gibi varlığımız enerjimizin ulaştığı her şeye bulaşıyor.

Başka su halkaları bize dolanıyor.

Böylece birbirimizin devamı, karışımı oluyoruz.

Dokunmalı, sarılmalı, konuşmalıyız.

Senin farkındayım demeliyiz, kötülük alıp başını dolu dizgin gitmeye başladığında.

Önümüzde duvar gibi dikilen sağır, dilsiz sistemin karşısına dikilip, seni görüyorum, seni oluşturan her bir hücrenin farkındayım, demeliyiz.

Öyle bir hissettirmeliyiz ki inancımızı, sistemi oluşturan her birey kendi minicikliğini hissetmeli.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.