Ulusal egemenlik, kendisini bir ulus olarak tanımlayan toplumların özlerine ilişkin kararları vermeleri ve kendilerini yönetmeleri olgusudur.

Ulusal egemenlik ne iç ne de dış "efendilere" izin vermez. Ulusal devletini kurmuş her toplum, egemenliği kendi başına kullanamayabilir. İçeriden bir grup egemenliği zorla veya hile ve desise ile ele geçirebilir. Örneğin 1982 Anayasası'nı darbeci askerler ısmarlamışlar ve onlara teslim edilen siparişe, "Türk milleti, egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır" yazdırmışlardı. Bu sayede egemenlik, milletçe değil milleti temsil iddiasındaki kadro ve kurumlarca, çoğunlukla halka karşı kullanılageldi.

Egemenlik ne zaman çocuklaştı?

Milli Egemenlik Bayramı ta 1921'de kutlanmaya başlandı. Ortalıkta çocuk falan yoktu ama 1925'ten beri kutlanan bir çocuk bayramı vardı. O da egemenlik bayramından ayrı kutlanıyordu. 1980'de darbe yapanlar, ulusal egemenliği resmen milletten almışlar ve keyiflerince kullanıyorlardı. 23 Nisan 1981 günü yaklaşınca bayram yapacak bir durum olmadığını fark ettiler ve egemenlik ile çocuk bayramlarını birleştirdiler ki kutlanacak bir bayram olsun.

İşte Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı böyle doğdu; emir ve komuta yoluyla...

Darbeciler buna benzer başka bir şey daha yapmışlardı. 27 Mayısçılar (1960) da darbe yaptıkları günü yıllarca millete ulusal bayram diye kutlattılar. Adı Hürriyet ve Anayasa Bayramı olan bu bayram, 3 Nisan 1963 tarihinden 1982 Anayasası'nın yürürlüğe girmesine kadar "coşku ve sevinçle" (!) kutlandı. Sonra başka darbeciler geldi ve âlemin kralının kim olduğunu göstermek için bizi hürriyetimizden ve anayasamızdan mahrum ettiler (!) ama ne beis, hem yeni anayasa yaptılar hem de yeni bayram ilan ettiler. Ne de olsa ulusal egemenliği kullanan "kurucu irade" artık onlardı!

Bütün bunlar olurken ortada sözü dinlenen ne millet vardı ne de egemenliği. Onun adına egemenliği kullananlar ne yapılacağına karar veriyorlar ve uyguluyorlardı. Şimdilerde birileri, "cumhuriyetin değerlerini ve kazanımlarını korumak" adına bu devri geri getirmek istemiyorlar mı; tüylerim diken diken oluyor.

Cumhuriyet, egemenliğin kaynağını belli eden bir siyasal sistemdir. Kimin ve nasıl kullanacağını belirleyen ise demokrasidir. Başkaca dendiğinde demokrasi, cumhuriyetin damıtılmış ve geliştirilmiş halidir. Egemenliğin kurucu elitten alınıp meşruiyetin kaynağı olan topluma verilmiş halidir. Rejimin sahipliğinin devletten alınıp millete verilmiş halidir. Bütün bunlar göz önüne alındığında egemenliğin hep kayıtlı şartlı milletin olduğu bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Milli egemenliğin milleti

Madem egemenlik milletindi, neden bizim cumhuriyetçiliğimiz milleti değil de hep devleti tahkim etti? Milliyetçiliğimiz bile milleti güçlendirmek yerine devleti güçlendirmeyi amaçladı. Bu nedenle de egemenliği millet değil onun adına güçlüler kullandı ve milleti kendilerine bağlı bir yığın olarak gördüler ve yönlendirdiler.
Kolay yönlendirilebilecek bir millet tasavvuru, farklılıklardan arındırılmış; görünüş, davranış ve düşünüşünde benzer (standartlaştırılmış) bir geniş topluluk/cemaat olgusuna yol açtı.

Her türlü farklılığa düşman, değişimden ürken, çoğulculuğu bir zafiyet veya sapma olarak gören bir toplum yaratıldı. Bu toplum kendisine öğretilenleri "tek doğru"; yapılanları "gerekli"; gördüğü baskı ve zulmü "güvenlik" olarak benimsedi. Olan biteni başka türlü yorumlayanlar ve karşı çıkanlar acımasızca yok edildi. Millet birbirine kırdırılarak sürekli bir "ulusal güvenlik zafiyeti" içinde olduğumuz ve silahlılarca korunmamız gerektiğine inandırıldık.

Millet kavramı bu topraklarda yaşayanların hepsini içine almadı. Bir kısmını dışarıda bıraktı. Ortaya çıkan kargaşa ve çatışma ne ulusal bütünlük ve dayanışma sağlayabildi ne millete egemenliğini kullanma fırsatı verdi.

Şükürler olsun ki artık demokrasi olmadan cumhuriyet; egemenliğini kendisinin kullanmadığı bir toplumun millet olmadığı anlaşıldı. Geriye gereğinin yapılması kaldı.