Şık güzel insanları, ferah lüks mekanları seviyorum. Sonra başlayan bir hikayenin çorap söküğü gibi sökülmesini ya da su gibi akmasını da seviyorum.

Kim sevmez ki diyor belki de birileri, ben bilmem ben sevdiğimi itiraf ediyorum işte.

Tüm bunların hepsi yeni başlayan Ufak Tefek Cinayetler dizisinde var. Karakterler biraz agresif, insanı gerebiliyor ama olsun tam gerilmeye başladığım zaman mekanın bir yerine ya da karakterin giysisinin şıklığına kitlenip ve hatta içinde dolandığı güzel evin hayaline kendimi kaptırıp stresten derhal uzaklaşıyorum.

Ufak Tefek Cinayetler dizisinde bir manyak Merve var mesela. Etrafındaki insanları birbirine düşürüp, uzaktan seyretmeyi bir marifet sayıyor. Kadının kimyası böyle yaratılmış.

Onun gibi insanların görevi bu dünyada, direk sınav kağıdındaki en zor soru olmak herhalde.

Karakterleri teker teker anlatmayacağım. Genel hikayesinden biraz bahsetmek istiyorum.

Dört çocukluk arkadaşı kadın var. Tıpkı yabancı filmlerde olduğu gibi bu dörtlünün okulda yaşadıkları bir olay var, geleceğe travma olarak aktarılan.

Dört kız, aralarından birini kendilerine hedef seçip, onun hayatını mahvetmişler.

Kız büyüdüğünde atlatmış görünüyor olayı. Kadın doktoru olmuş falan. Ama diğer kızlar o kadar kendini bilmez ki yeniden karşılaştıklarında hiçbir şey olmamış gibi davranıp, kadının ayarlarıyla yeniden oynamaya kalkıyorlar.

İşte o zaman kadının içinden başka biri çıkıyor ve planlı bir şekilde cinayet işlemiş görünüyor.

Dizinin her bir bölümünde, sonunda dört kadından biri öldü sanıyorsunuz ama ölmemiş ertesi diziye gayet sağlıklı devam ediyor.

Hikaye şimdiki zaman ve geçmiş olarak devam ediyor. Şimdiki zamanda ölen biri var ama kim olduğunu henüz bilmiyoruz. Şimdiki zaman çoğunlukla karakolda, tanıkların dinlenmesi ile devam ediyor.

Böyle bir dizi daha önce de yapılmıştı. Bir kız kaybolmuştu ve tüm hikaye flash backlerle devam etmişti. Soluk soluğa tansiyonu yüksek iyi bir hikayeydi. Karakterler ilginçti. Adını hatırlamıyorum dizinin sonunda kız bulunmuş dizi de bitmişti.

Ben dizi hakkında tam olarak ne düşünmem gerektiğini henüz bilemiyorum. Büyük ihtimal çakma bir dizi. Tek bildiğim seyretmekten hoşlandığım.

VER ELİNİ AŞK

Başka bir dizi daha var seyretmekten hoşlandığım o da Ver Elini Aşk.

Komedi dizisi ama alışık olduğunuz diğer komedilere benzemiyor.

Normalde bizde yapılan komediler uzun olduğu için belki, bir süre sonra gülen yüzünüz ekşir, donuklaşır sonra da mümkünse kanal değiştirilir. Mutlaka abartık karakterler vardır. İnsanın içini bunaltan, komik olmak için insan zekasına hakaret eden diyaloglar geçer, ya da konuyu o kadar uzatırlar ki ama yeter dersiniz.

Bu dizide her şey dozunda. Kimse seyirciyi güldürmek için şaklabanlık yapmıyor. Sanki kendiliğinden durum o hale geldiği için insan gülüyor gibi bir durum oluşuyor.

Hikayenin sevimli yanı da karakterlerin yanında küçük bir bebeğin olması.

Bir arada olan çift aslında birbirlerinden hoşlanıyorlar ama belli etmiyorlar ve yanlarında başrol karakterin küçük kızı onlara hep şahitlik ediyor.

Bebeğe dadılık eden kadın karakterin Antep şivesi var. Küçük kızı çok seviyor onunla sohbet ediyor, bazen babasını çekiştiriyor. Küçük kız da henüz konuşamıyor bile bazen sesler çıkarıyor sanki karşılık verir gibi.

Böylece güzel yalın hikaye minik oyuncuyla masumiyet de kazanıyor.

Onları seyrederken kötülüğün olmadığı bir dünya görmek hoşuma gidiyor.

Zaten seyirci neden suni mutsuzluk istesin ki. Mutluluğa, eğlenceye ortak olmak daha keyifli seyirci için, yorgunluk alan bir şey.

Yani şekerim benim favori dizim Ver Elini Aşk.

Orada tek abartık karakter kuaför olan başroldeki oğlana aşık kadın. O da Allahtan çok sık görünmüyor.

Asayiş berkemal yani.

KİTAP FUARINI PROTESTO EDİYORUM

Kitap fuarı başladı-bitti biliyorsunuz. Ben uzun zamandır gitmiyorum kitap fuarına. Eskiden imzalı bir kitabım olması hoşuma giderdi. Şimdi o kadar önemli değil. Üstelik kitap fuarını protesto ediyorum. Neden ettiğimi uzun zaman olduğu için artık hatırlamıyorum ama kesinlikle düzenin en büyük çarklarından biri olduğu içindir herhalde.

İçimi kaldıran bir haber okumuştum eskiden, fuarda en çok rağbet görenin Esra Erol standı olduğunu yazmıştı bir gazete. Uzun kuyruk olmuş evlilik programı yapan kadının önünde, evlilik hakkında kitap yazmış, insanlarda kitabını mutlaka okumak istemişler. İzdiham olmuş.

Şimdi yazımı yazarken haberlerde Cem Yılmaz var. Sekiz saat kitaplarını imzalamış. Adamın kitabı da çektiği filmlerin senaryosu. Saf edebiyat bitti, bizimkiler senaryo okuyor.

BENİM TEKLİFİM İNSANSIZ BİR YER

Her neyse işte ben herkesten sıkıldım.

Kocamın bir köyü var insanların terk ettiği, beş hane falan yaşıyor. Temmuz’da kar yağıyor en süperi.

Öyle benim köyümdeki gibi deniz, orman falan da yok. Benim köyümde bar bile vardı ben yazlık tutarken. İçki içebileceğin, balık yiyebileceğin güzel bir restoranı var şuan. Plajımız bile var efendim. Ama oraya da TOKİ kocaman bir site yapıyor, zaten köy değildi şimdi daha beter bir yer olacak.

Benim teklifim artık bakir insansız bir yer. Kocamın köyü de aynen öyle bir yer işte. Bu kış belki gidip bir deneme sürüşü yapacağız. Birkaç ay kalacağız. Bakalım neler olacak?

İnsan az, toprak çok. Televizyon yok. Kim nerede ne demiş, sabahları kendi ayarımızda uyanacağız.

Böyle hayal ediyorum. Tezek dolu bir sobada ısınmayı, dibinde uyumayı arzuluyorum bu aralar.

Yazımın başında şık insanları ve mekanları sevdiğimi söyledim.

Evet seviyorum.

Nefret ettiğim siyaset ve siyasetçiler, dünya halleri, insan halleri...

Her sabah duvara çarpan yumurta duygusunda uyanmaktan öylesine nefret ediyorum ki asla hayal etmediğim dünyalar artık özlemim oldu.

Ne diyelim efendim büyük konuşmamak gerekiyormuş.

***

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.