Cem Karaca’nın şarkısındaki “işçisin sen işçi kal” sözleri bugünler için yazılmış olmalı.
Hayır, 12 Eylül davasından söz etmiyoruz.
1980’de darbeyi asıl işçi sınıfı yemişti.
Sendikal hakları ellerinden alındı; ücretleri donduruldu, toplu sözleşmeler formaliteye dönüştü.
Grevler yasaklandı.
“Tulumları giyip çalışmaktan” başka çare kalmamıştı.
Darbe olduğunda işveren sendikaları “Gülme sırası bizde” diye havalara uçmuştu.
12 Eylül davasında dün “ara kararlar” açıklandı.
DİSK davaya müdahil oldu.
Evren ve Şahinkaya’nın tutuklanmalarına ise -yaşları nedeniyle- gerek görülmemiş.
Adliye önlerinde idamların, işkencelerin hesabını sormak isteyen aileler yine de umutlu.
Hayat devam ediyor.
Ölümler de!
İşçiler cephesinde değişen bir şey yok.
Onca kalkınma, refah, büyüme, teknolojiye karşın 2012 yılı Türkiye’sinde iş kazalarında aynı ilkellik yaşanıyor. Cem Karaca’nın 1970’lerde seslendirdiği şarkılardaki gibi işçiler “işçi kaldıkları” için ölüyorlar.
200 milyon euro’luk AVM şantiyesinde 11 işçinin çadır yangınında ölmelerinin üzerinden kaç gün geçti?
Metrekareye 5 lira fazla ödenip yangına dayanıklı malzeme kullanılsa yaşıyor olacaklardı.
Çadır faciasını, Tuzla ve Aşkale felaketleri izledi.
Tuzla tersanesideki “iş kazaları” artık cinayet olarak anılıyor. 2 işçinin ölümüyle Tuzla’da hayatını kaybedenlerin sayısı 150’yi geçti. Erzurum Aşkale’deki TEDAŞ cinayeti ise televizyon ekranlarında “canlı” izlendi. 5 işçi elektrik nakil hatları arızasını gidermek üzere deniz bisikletiyle girdikleri gölette alabora oldular. Buzlu suda donarak, boğularak can verdiler.
Akşam havanın karardığı saatte işçileri o gölete normal zamanda bile alabora ihtimali yüksek pedallı bir araçla göndermek cinayete davetiye çıkarmaktı. Kazadan sonraki gecikme ise buzlu sudaki ölümleri getirdi. Donarak can verdi işçiler. Ve bir bot bulunamadı.
İş kazalarında ilk üç ayda 163 işçi ölmüş.
İstatistikler her zaman büyümeye, ihracat ve ithalata, cari açığa odaklandığı için insani kayıplar ancak kazalardan sonra hatırlanıyor.
34 köylünün hayatını yitirdiği Uludere’deki bombalamanın Genelkurmay’ca hazırlanarak TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na gönderilen raporu da olayın “iş kazası”ndan farklı görülmediğinin kanıtı.
Askerler, “milli kaynaklar”dan gelen istihbarat sonucu gerçekleştirilen operasyonun “kurallara uygun” olduğunu belirtiyor.
Sorun, katırlarla kaçağa giden köylülerin o saatte sınırda bulunmasından kaynaklanıyor.
Mantık şu, gece karanlığında Heronlar’a yakalanırsan bombayı yersin!
34 kişi öldükten sonra “emri kim verdi?” tartışması bu bağlamda önemini yitiriyor. Daha doğrusu üstü örtülüyor.
Hayatlar “tuzla buz” olduktan sonra hesap sorulsa ne olacak?
İşçisin sen işçi kal... Köylüsün sen.