TÜSİAD, salı günü, ‘Yeni Anayasanın Beş Temel Boyutu’ başlıklı çalışmasını tanıttı. Kasım ayında başlatılan çalışmalar, ‘yuvarlak masa toplantıları’nın sonuçları olan beş rapor ile toplantıların koordinatörlüğünü üstlenen Ergun Özbudun ve Turgut Tarhanlı’nın yorum ve değerlendirmeleri 57 sayfalık bir kitapta toplanmış.

TÜSİAD’ı bağlamıyor
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, raporu, ‘yeni anayasaya giden yolda en temel konularda fikirler demetini ortaya çıkarmayı amaçlayan çalışma’ ve ‘önümüzdeki dönemde başvurulabilecek çok değerli bir kaynak’ olarak tanımlamıştır. Benim anladığım, rapor, TÜSİAD’ı kurumsal olarak bağlamamaktadır.
Okuduğumda ve yorum yapan iki değerli bilim adamını dinlediğimde farklı düşündüğüm bazı kısımları olsa da rapor bana yakın geldi. TÜSİAD yönetimi dört aylık çalışmayla yeni anayasanın temel ilkeleri hakkında bütünlüğü olan ve el altında bulunması gereken bir belge ortaya koymuş. Benzer çalışmaların çoğalmasının, yeni anayasamızın kalitesini yükselteceği muhakkaktır. Yeni anayasayla ilgili kimden gelirse gelsin her çalışma saygıdeğerdir, her emek halk için yapılmış fedakârlıktır, her öneri anlaşılmaya çalışılmalıdır.
Yönetim konusunu tartışmalıyız: Bütün çalışmaları izlememe vakit izin vermediği gibi, raporlardaki bütün önerileri de bu yazıda ele almam olası değildir. Yönetim konusunu her konunun önünde saydığımdan, bu yazımda TÜSİAD çalışmasının yönetimle ilgili kısımlarını değerlendirebileceğim.
Raporda, yerel yönetimler ‘kimlik talepleri boyutunu da içermekte olmasından ötürü’ gerekçesiyle ‘Kimlikler’ başlığı altında ele alınmaktadır.

Anayasayı içindeki yönetim sistemi tanımlar
Bir anayasayı onun yönetim sistemi tanımlar. Rapordaki yaklaşım, yerel yönetimi kimlik sorununa hapsetmiştir. Hemen söylemeliyim, yönetim konusu kimliklerden bakarak anlaşılamaz ve çözülemez. Türkiye’nin her yerindeki, köyden büyükşehirlere kadar herkesin sıkıntılarının temelinde yönetim sistemimiz ve bu sistemin bir asra yakın zamandır yarattığı zihniyet var. Karadeniz’de ya da Orta Anadolu’da oturanların büyük-küçük karşılaştıkları çaresizliklerin kaynağı olan bir sisteme, kimliklerden yaklaşmak, raporun bütününü zayıflatan yanı olmuştur.
Kimlikler yerel yönetim reformunu kavrayamaz: TÜSİAD’ın raporu, yerel yönetimleri sadece ‘kimlikler’ başlığında görmekle kalmıyor; aynı zamanda yapılacak yerel yönetim reformunu, ‘kamu yönetiminin iyi yönetişim ilkesi yönünde’ değiştirilmesi olarak da tanımlıyor. Oysa yerel yönetim reformunda, ‘iyi yönetişim’ yönündeki arayış katkıları unutulmamalıdır, ama yönetim meselesi özü itibariyle de siyasal bir ‘sistem sorunudur’.
Araştırmalara dayanarak tasarlayacağımız, bütünlüğü olarak kurulacak yeni yönetim sisteminin ilkeleri, tıpkı insan hakları yaklaşımı gibi, anayasanın bütün kurumlarını etkileyecek ve yeni anayasayı tanımlayacaktır. Anayasanın hiçbir bölümü ve kurumu yönetim sisteminden bağımsız ve kopuk olamaz.

Olumlu öneri
Raporun, Avrupa Konseyi’nin ‘Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması ve ‘Ulusal Azınlıklara İlişkin Çerçeve Sözleşme’ ile ‘Bölgesel ve Yerel Diller Şartı’ onaylanmalı yönündeki önerileri şüphesiz ki olumludur. Reformun başlangıcı değil, sonucu olarak ele alınmalı.
‘Bırakılabilir’ mi, ‘bırakılır’ mı? Konumuz, ülkenin tamamını kapsamış bir sorunun değiştirilmesidir. Unsurları, ilişkileri, bağları ve hiyerarşisiyle bir bütündür; işin zor tarafı da, bu bütünlük içinde her yerleşim yerine özgü özelliklerinin bulunmasıdır.
Raporun, reformu sınırlayan bu anlayışı, şu cümlede daha açık anlaşılıyor: “Birçok hizmet (sağlık, eğitim, bayındırlık, kültür vs.) uluslararası örneklerden hareketle belirli ölçülerde bölge idaresine bırakılabilir.”

Burada, ‘merkezde olan karar yetkisinin bir kısmının’, ‘belirli ölçülerde’ ‘bölge idaresine’ ‘bırakılabileceği’ ifade edilmektedir. Cümlenin neresinden başlayayım, şaşırıyorum:
Önce ‘bırakılabilir’ sözünden rahatsızlık duyduğumu belirtmeliyim. Yani rapora göre bırakılmayabilir de!
Halkın günlük yaşantısında karşılaştığı ihtiyaçlar hakkında merkez düşünecek, karar verecek ve uygulamaları listeleyip bir kısmını ihtiyacın doğduğu yerdeki insanlar veya onların seçtiği kurumlar yerine, bölge idarelerine bırakabilecektir!!?
Yani, ihtiyacın oluştuğu sokakta, mahallede, köyde ve kasabada oturanlar, o ihtiyacı değerlendirip çare, yol aramayacak, başkaları görecek, anlayacak, düşünecek, ne yapılacağını kararlaştıracak ve bunlardan bir kısmını da yine ihtiyacın ilk sahipleri yerine bölge idaresine bırakabilecektir!

Bölge idaresi
Bölge idaresi nasıl oluşacak dersiniz? Okuyalım: “Yerel yönetim reformu kapsamında yerel birimler, nüfusun sosyolojisi ve coğrafi dağılımı göz önünde bulundurularak birkaç ilin birleşmesinden meydana gelecek bölgeler şeklinde düzenlenebilecektir.”
Bu cümledeki ‘kapsamında yerel birimler’ sözü, sanırım ‘reform kapsamına alınmayacak yerel birimler de olabilir’ anlamına gelmiyordur. Böyle anlaşılmaması gerektiğine inanıyorum. Eğer ‘bazı yerel birimlerle ilgili’ bir reform düşünülüyorsa, konuyu konuşmaya hiç başlamayıp, “Yönetim sistemimiz çok iyidir” deyip devam edelim. Tam tersinin düşünüldüğüne inanıyorum, yani raporda yerel yönetim reformunun bütün ülkeyi kapsayacağı kabul edilmiştir.
Bu anlayışla devam edeyim; ‘bölge’ kurulması yönetim sisteminin esası değil, sonuçlarından biridir. Bölge idaresinin yetkileri ve sorumlulukları, merkezle ilişkiler, ortak hizmetlerin neler olduğu gibi hususlara bağlı olarak bölge de tanımlanacaktır.

Yerel yönetim ilkesi aranmalıdır
Bölgeden başlamak yerine yeni yönetim sistemi tasarımına, yerleşim yerleri düşünülerek başlayabilir. Her yerleşim birimi (mezra, üç-beş evden oluşan köy mahallesi, köy, sokak, mahalle, kasaba, kent, büyükşehir, ülke) bir yönetim birimidir. Bu yönetim birimlerinin işlevi düşünülerek yönetim reformunu düşünmeye başlayabiliriz.
Şimdi genel kuralı, yeni anayasamıza girmesi gereken örnek bir ilkeyi, reform yaklaşımını da tanımlamak üzere yazayım:
Yerleşim yerinde oturanların demokratik seçimlerle oluşturacakları meclisler, gereksinimleri, ihtiyaçları, imkânları ve sorunları görüşerek anayasaya, kanunlara, üst birim meclisleri kararlarına uygun karar verirler. Birim meclislerin kararlarını, meclislerin belirleyecekleri yürütme organı yürütür. Her birim, bütün alt kademelerde uygulanacak karar alabilirler; genel olarak, doğal ve tarihi varlıklarla ilgili olanlar dışında, sadece bir alt birimle ilgili karar alamazlar. Böyle bir ilkeyle başlanırsa yerel yönetim reformu tanımlanabilir ve hemen görülebileceği gibi bütün anayasayı etkiler.
Bütünlük var mı? Yönetim sisteminin bütünüyle ele alınmadığı, rapordaki “İl valilerinin yetkileri sınırlandırılabilir” cümlesinde de var. Anlaşılan, ‘il valisi’ reformdan sonra da bulunacak ve yerel birimlerle ilgilendirilenler dışındaki yetkileri bugünkü anlamda sürecek!

Sonuç
TÜSİAD raporunda ‘Yerel Yönetim Reformu’, sanırım dar kapsamlı ele alındığından olacak, çözüm için yetersiz ve cesaretsiz öneriler olarak ortaya çıkmıştır.