Cüneyt Özdemir, turistik yerlerin yağmalanmasının peşini bırakmak istemiyor. Son iki yazısında, Bakan Ertuğrul Günay engellemek istediği halde, Bodrum Güvercinlik Pina Yarımadası’na 7 katlı otelin nasıl yapılabildiğini, il özel idaresinin yıkım kararının önce vali kararıyla, sonra il encümenince kaldırıldığını sorguluyordu. Sayın Günay otelin yapılmasına muhalefetinin örneklerini vererek isyanını dile getirmiş. (Radikal, 15 Temmuz)

Cüneyt Bey’in yazdığına benzer yazıları 50 yıldan fazla zamandır okur, sahillerin ve ormanların yağmalanmasını içim yanarak izlerim.
Cüneyt Bey yalnız değildir, her dönemde sahillerin, ormanların ve Hazine arsalarının yağması ve yetkilerin kötüye kullanılmasını haberleştiren, hatta yıllarca izleyen gazeteciler olmuştur.

2009’da Bakanlar Kurulu, Türkiye’de yedi bölgeyi ‘turizm merkezi’ olarak ilan etmişti. Bu yerlerden biri de Bodrum’daydı; kararname yayımlanınca, kararın ilkesel yanlışlığına değinmiştim. (Resmi Gazete: 28 Mayıs 2009)

20 yaşımdan beri politikanın içindeyim, hemen hemen haftada bir, Cüneyt Bey’in yazdığına benzer halk karşıtı yağma örneklerini duymuş, okumuş, bizzat görmüş, bazılarını sonuna kadar incelemişimdir.

Genç yaşımda, bu çıkar çemberinin içinde bulunanları tam yerlerine oturtamamıştım. Zaman içinde, yağmadan kimlerin açıkça para kazandığını, kimlerin siyasal gücünü arttırdığını yavaş yavaş öğrenmeye başladım. Yaşım ilerledikçe, tam olarak görmesem de, çemberin üstünde kimlerin bulunduğunu, işlevlerini ve çıkarlarını anladım.

Bodrum’da Cüneyt’in anlattığı olayda, kimin hangi rolü üstlenip oynadığını, kendim görevlendirmiş gibi bildiğimi sanıyorum. Kimler var kimler; yapının projesini yapan bürolardan Başbakanlık ve Turizm Bakanlığı’na kadar kimlere hangi görevlerin verildiği, o görevlerin üstlenilip başarı tekmilinin verildiği o kadar açık ki!

Eskiden failleri öğrendikçe kızar, söylenirdim, oysa bu karşılaştıklarım düzenin doğal sonucuydu. Yasalarımızın failleri değil, onlarla mücadele edenleri cezalandırmak için dikkatlice çıkarıldığını orta yaşlılığa adım atarken öğrendim. Mücadele, düzenin başında oturanlarla yapılmalıydı, düzenin onları koruması doğaldı!

İsterseniz çözüme Cüneyt Bey’in sorusuyla başlayalım: “Mesela 10 yıl sonra nasıl bir Bodrum hayal ediliyor? İmarından denizciliğine, karayollarından güvenlik politikalarına kadar düşünen, koordine eden bir kurumumuz var mı?”

İşte çözüm bu sorunun cevabındadır. Ancak sadece hükümet akılda tutularak cevap aranırsa bulunamaz.

Gelin, sorunlarımıza hükümeti düşünmeden veya onu sona bırakarak çözüm arayalım; başkası yoksa işimizi ona emanet ederiz!
Bodrum’u, Hakkâri’yi, Kızılırmak’ı, Bolu Dağı’nı hayal etme görevini kime vereceğimizi düşünelim! Hepsini bir yere bağlamayalım; görevler işe göre ayrı ayrı dağıtılmalıdır; halk adına onları kimin denetleyeceğini, denetimin kimin elinde olacağını da yazalım; bu başladığımız çözümlemeye, halkın nerede ne kadar araya gireceğini düşünerek devam edelim...

Bunu yaparsak, yanlış olanın anayasanın çizdiği yönetim sistemi olduğunu görürüz; o zaman Bodrum’da denizin yağmalanma mekanizmasını; Bolu Dağı’nda her yıl ormanların biraz daha daralmasının anlamını; Diyarbakır’da kimin, neyi anmak istediğini, niçin valinin karıştığını anlarız!

Bodrum’da yedi katlı otele bakarken, son seçimden sonra, iktidar partisinin bir gün yazdığını bir hafta sonra değiştirerek niçin 36 kanun hükmünde kararname çıkardığını; sanki bir merkezden yönetilebilirmiş gibi, kentlerin planlamasının niçin bir bakana bağlandığını düşünürsek “10 yıl sonrakini kim hayal ediyor?” sualini cevaplayabiliriz.