Başbakanımız, Kızılay’ın yardımlarını Myanmar’a götüren grubun başında Dışişleri Bakanı’nın bulunmasını eleştiren ‘köşe yazarları’na kızmış; soruyor: “Ben buradan o medya patronuna ‘Yazıklar olsun’ diyorum; bu adamları köşe yazarı olarak nasıl tutuyorsunuz?”
Başbakan’ın basınla uğraşması yetti de arttı artık, iki yıldan beri lafının nereye gittiğini bilmeden söyleniyor.
Cumartesi günü iftar konuşmasına bakalım: 55 milyona yakın nüfusunun yüzde 90’a yakını Budist olan Myanmar’da 2 milyona yakın da Müslüman yaşıyor. Milli geliri bizim beşte birimiz kadar olan fakir ülkede dikta yönetimi var. Eski adı Burma ve Birmanya olan bu devlette, iddialara göre göçe zorlanan ve fakirleştirilen Müslümanların mahalleleri yakılmaktadır, azalmaları için çocuk sayısı sınırlanmıştır; özetle bazıları ülkemizde de uygulanmış ayrımcılık eğilimleri görülmektedir. 

Davutoğlu doğru yaptı
Olaylar gelişirken Türk Kızılayı hükümetin de teşvik ve yardımıyla Myanmar’a yardım taşıdı; bana göre karar doğruydu; hiç değilse oradaki Müslümanlara yalnız olmadıkları gösterildi, açlık çekenlerin çok azının bir-iki gün karnı doydu. Myanmarlıları fakirlikten asıl kurtaracak, ayrımcılık yapmayacak, onlara insan olduklarını gösterecek devletleriydi ama dikta idareleri böyledir!
Bence Dışişleri Bakanımız da, Başbakan’ın eşi de giderek iyi yapmıştı.
Hangi yazar yazmış “Dışişleri Bakanı’nın Myanmar’da ne işi var?” diye bilmiyorum; “Yardım götürdüler, iyi yaptılar” diye yazan da olmuştur; “Ne işiniz var orada?” diye soran da!
Kaç yazar yazmışsa yazmış, onların yazdıklarına karşı, gerekmez ama diyelim ki Sayın Erdoğan görüşünü söylemek istemiş, söylesin de, gazete sahiplerine “Yazıklar olsun”, yazarlara “Bu millete yabancı, tarihine yabancı, bu milletin derdiyle dertlenenler değil” demek ne oluyor?
Bu durum, bir değil, iki değil; Başbakan ne yapmak istiyor anlayamıyorum!
Başbakan’ın, çevresinin davranışlarını belirlemek, sınırlamak, kendine uydurmak, özetle herkese şiddetle hâkim olmaya çalışan bir ruh haline kapıldığı anlaşılıyor. Kendisine karşı sandıklarından kurtulmayı istediği, bu ruh halinin bünyesine yerleştiği anlaşılıyor.
Eğer böyleyse bu saplantının sonu yok. Basınsız dünya olamaz; bizim de olacak, herkes beğendiklerini okuyacak, beğenmediklerini okumayacak! Kamuoyu sahnesine çıkanlar her türlü sözle karşılaşacaklar. 

Kararlarını da etkiliyor
Kendini alkışlayan dinleyicilere karşı, beğenmediklerini yazanları azarlamak, onlara ders vermek, halkla ilişkilerde doğru yol değildir; Sayın Erdoğan’ın dün söylediği yazarlar, bugün kendilerini düzeltme yoluna girmemişlerdir; tam tersine, Başbakan’ın zaafını yakaladıkları için sevinmişlerdir.
Erdoğan’ın anlatmaya çalıştığım ruh hali, kararlarını da etkiliyor sanıyorum. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı’na Selim Ay nasıl atanmışsa atanmış, şimdiye kadar yazılanları ciddiye almak varken ‘ben hata yapmam’ tavrında inatlaşmak niye? Israrda umut yoktur ki! 

Hatada direnme
Konuşma zaafı olan İçişleri Bakanı’nın söyledikleri bir değil iki değil! “Şemdinli’deki bomba, Ankara’daki kalem aynıdır” söylenecek bir laf mıdır? Bunu ağzından kaçırmış da olsa, artık bakan olarak kalmamalıdır!
Sayın Erdoğan hatada direnme halinden kurtulmalıdır. Yanındaki arkadaşları bulacakları bir yöntemle Başbakanlarını bu ruh halinden çıkarmalıdırlar!
Halkı rahatsız eden bu hal, hükümetin çözmek zorunda olduğu Kürt sorunu gibi sorunların çözülmesini imkânsızlaştırıyor; iç huzur, ekonomik gelişmeler gibi bazı konuları da ciddi sorun haline getiriyor.