TÜSİAD’ın kırkıncı yıl yemeğinde konuşmaları, töreni izlerken geleceğe dönük iyimser duygu ve düşüncelere kapıldım salı gecesi.
Türkiye kötüye gitmiyor.
Yolculuk daha iyiye doğru.
Türkiye artık bundan sapmaz, saptırmaya da kimsenin gücü yetmez.
TÜSİAD da kırk yıl öncesinin, soğuk savaş döneminin demokrasiye soğuk bakan TÜSİAD’ı değil.
Çoktan değişti.
Başkan Ümit Boyner’in dediği gibi ağırlığını “Türkiye’nin demokrasi açığı”nı kapatmaktan yana koyan bir TÜSİAD var sahnede.
‘Büyük patronlar’ın kırk yılını ben de gazeteci olarak yakından izledim.
Nasıl ben kırk yıl öncesinin Hasan Cemal’i değilsem, onlar da değil. Değişimden herkes nasibini aldı, almaya devam ediyor. ‘Eski’de kalanlar yok değil ama onlar azınlıktalar.
Klasik deyişle:
Değişmeyen tek şey değişim.
Bu gerçeği iki cumhurbaşkanı, Demirel’le Gül’ün TÜSİAD’ın kırkıncı yıl gecesindeki konuşmalarını dinlerken bir kez daha gördüm.
İkisinin de performansı iyiydi.
‘Baba’yı özlemişim.
Hitabeti yine yerli yerinde.
Her zamanki gibi kürsüye, gündemine hâkimdi. Noktasıyla virgülüyle konuşurken, lafı nereye nasıl getireceğine, nerede yutkunacağına, hangi konuda zülfüyare dokunmayacağına dair ustalığını korumuştu.
Cumhurbaşkanı Gül’de farklı bir taraf vardı. Demirel gibi o da Türkiye’nin iyiye gittiğini hiç kuşkusuz teslim etti.
Ancak, ondan farklı olarak, bir şeyler eksik gitmemiş olsa Türkiye’nin bugün çok daha iyi bir noktada olabileceğine haklı olarak işaret etti.
Güney Kore’yi örnek verdi.
Kalkınma açısından Kore’nin 1970’lerin başında Türkiye’den geri bir noktada bulunduğunu, ancak sonraki yıllarda Türkiye’yi geride bıraktığını, bugün Güney Kore’de kişi başına milli gelirin 19 bin dolar, Türkiye’de 9 bin dolar olduğunu söyledi.
Çok uzak olmayan geçmişte Türkiye’nin yılda ancak 1 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekerken, 2000 sonrasında bunun 20 milyar dolara kadar sıçradığına da dikkati çekti.
Bu bakımdan AB ile uyumdan da kaynaklanan reformculuğa değindi.
Kim bilir belki de, üstü örtülü bir dille, Türkiye’nin askeri darbe ve müdahalelerle, ekonomik ve siyasal istikrarsızlıkla geçen ‘kayıp yılları’nın faturasını gösteriyordu, kürsüden Demirel’e...
Cumhurbaşkanı Gül Türkiye’nin iyi yolda olduğunu belirtirken, daha iyiye gitmesi için ‘demokrasi açığı’nı da kapatması gerektiğini söyledi ve TÜSİAD’la aynı hedefe işaret etti:
Yeni anayasa.
TÜSİAD’ın kırk yıl içinde nereden nereye geldiğinin, nasıl değiştiğinin belgesine gelince... Bu açıdan önceki gün açıkladıkları yeni anayasa raporu gerçekten güzel bir ‘demokrasi belgesi’dir.
Prof. Ergun Özbudun’la Prof. Turgut Tarhanlı’nın eşkoordinatörlüğünde hazırlanan TÜSİAD anayasa raporunun demokratik hukuk devleti açısından bazı çarpıcı noktaları şöyle özetlenebilir:
Vatandaşlık tanımında ‘Türklük’ten vazgeçilmesi... ‘Milliyetçilik’in dışlanması... Atatürk’e ideolojik anlam yüklenmemesi...
Başörtülü milletvekilliğine, başörtülü üniversite öğrenciliğine, başörtülü öğretim üyeliğine kapı açılması...
Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması... Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasal organ olmaktan çıkarılması ve üye kompozisyonunun değiştirilmesi... Yüksek komuta kademesindeki atamaların, TSK tarafından gösterilecek komutan adayları arasından sivil otorite tarafından yapılması... 
Anadilde eğitim yolunun açılması...
Nüfus kâğıdındaki din hanesinin, zorunlu din dersinin kaldırılması... Sivil toplumun din eğitimi verebilmesi...
Yüzde 10 barajının düşürülmesi..
Yerel yönetim reformuyla bölgesel idareler yolunun açılması ve yerel demokrasinin güçlendirilmesi...
Diyanet İşleri’nde yapısal değişikliğe gidilmesi...
Başkanlık değil, parlamenter sistemin güçlendirilmesi...
Ve anayasada “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek madde sayısı”nın 3’ten 1’e indirilmesi...
TÜSİAD’ı kutluyorum.
Çünkü, kırkıncı yılın sonunda bu anayasa raporuyla ‘demokrasi sınavı’ndan geçtiğini ve demokrasiyle kalkınma yarışının iç içeliğini bir kez daha sergilediğini düşünüyorum.
Dileriz, seçim sonrası iktidarları da bu sınavdan geçerek Türkiye’nin ‘demokrasi açığı’nı kapatırlar.