En son bu yıl beni Mülkiye’deki yüksek lisans dersine davet ettiğinde görmüştüm Kurthan Hoca’yı... Öğrencilerine “Devlet-medya ilişkileri”ni anlatmıştım.
“Darbe oldu mu Mülkiye profesörlerinin yarısı bakan olur, yarısı hapse girer” derdi.
Ona hapislik bölümü düşmüştü hep...
12 Mart’ta hapsedilmiş, 12 Eylül’den sonra kovulmuştu.
Dün, yeniden Mülkiye’de gördüğümde, dev cüssesinin nasıl sığdığına akıl erdiremediğim bir tabutun içindeydi.
* * *
70’lerin sonundan, Yankı dergisinden tanışıyorduk.
Sonra Nokta’da, Aktüel’de, Tempo’da beraber olmuştuk.
Mülkiye’den kovulduktan sonra gazeteciliğe başlamış, bir kez de benim yüzümden işinden olmuştu.
80’lerin sonunda pek popüler bir belediye başkanının metro ihalesindeki yolsuzluğunu “İhtilas Tramvayı” başlığıyla yazıp getirdiğimde başlığa bayılmış, derginin kapağına çıkmıştı.
Başkan, bizi patrona şikayet edince peş peşe kovulduk.
Ama hiç aldırmamıştı.
Hatırladıkça, “Ne güzel başlıktı ama” diye keyifle gülerdi.
* * *
Kafasını kaldırmadan, sigarasının külünü döke saça tuşladığı daktilosundan çıkan yazılara hayrandım.
Gün boyu aralıksız yazar, yazdığı sayfalarda bir tek yanlış harf olmazdı.
Çekmecesinden eksik etmediği viski şişesinin köreltemediği, pırıltılı bir zekaydı.
Hep içer, hiç sarhoş olmaz, hep küfreder hiç kabalaşmazdı.
Küfür, hakarete de iltifata da yarayan bir zıpkındı dilinde; yakışırdı.
* * *
Mülkiye mezunu değildi. Kendisini bu yüzden Mülkiyeli saymayanları, “Ulan dangalak, sen SBF kantininde 4 yıl laklak ederken Mülkiyeli oluyorsun da, ben burada 25 sene hocalık yapınca mı olmuyorum” diye fırçalardı.
Mülkiyeliliğiyle gururlanırdı.
Dün de Mülkiye onunla gururlandı.
Birbiri peşisıra kürsüye gelenler onu anlattı:
Çocuğu yokken talebelerini çocuğu sayışı...
Hep otoriteye karşı çıkışı...
Başbakan’ın makamına gündelik kılıkla, çorapsız dalışı...
12 Mart ve 12 Eylül’ün onu hizaya getirmek için çırpınışı...
Ve bir başka büyük iptilası: At yarışı...
İlk bilgisayarı aldığında Şile’de bir otelde ihtimal hesabı yaparak yarış oynarken Dündar Kılıç’a yakalanmıştı.
Kılıç, “Adam akademisyen... Hem de bilgisayarla oynuyor” diye bütün parasını Hoca’nın işaret ettiği “sütçü beygiri”ne yatırmıştı. Beygir sonuncu gelince Kurthan Hoca’yı korku basmış, o korkuyla bilgisayarı pencereden atmıştı.
* * *
Onlar anlatırken salon gülüyor, her an Kurthan Fişek kapıdan kafasını uzatıp “N’oluyo ulan burada” diye bağıracak diye bekliyordu.
Ben konuşsam, onun es geçilen bir yanını, Ankaralılığını anlatmak isterdim.
Son telefon konuşmamızda, yeniden basılan kitabı “Burası Ankara” (Phoenix, 2012) için önsöz yazmamı istemişti. Yazıyı gönderince de arayıp duygu dolu sözlerle teşekkür etmişti.
Ankara’nın İstanbul’dan dönüşünü sevenlerdendi.
O kitapta “Ankara’da 40 yıllık dostlar birbirini aramaz, cenazede karşılaşıp hasret giderir” diye yazmıştı.
“Protokol namazı Kocatepe’de kılınır. Cebeci Asri Mezarlığı eskidir, doludur” demişti.
Dün 40 yıllık dostları onun cenazesinde buluşup hasret giderdi.
Namazı Kocatepe’de kılındı. Naaşı Cebeci’ye defnedildi.
Ankara, onu çok seven bir evladını kaybetti, biz, bize yoldaş olmuş bir hocamızı...
Buraları ışıttı. Gittiği yeri de aydınlatsın.