12 Eylül’ün üzerinden 31 yıl geçti. Her yıl, yıl sayıyoruz. Çünkü hiçbir şey henüz telafi edilemedi.

90’lı yıllarda 12 Eylüllerde tek meydanda toplanılırdı, toplananların sayısı yitirdiğimiz arkadaşlarımızdan azdı. Fotoğraflarını her birimiz üçer beşer taşırdık. Birbirimizin gözünün içine bakarak anlaşır, kimse olmasa da biz buradayız derdik.

Yıllar içinde yavaş yavaş suskunluğumuzu bozduk. O utanç tarihini yaşayanlar, birbirlerine bile anlatamadıklarını önce kırık dökük söyleyebilmeye, sonra sesini yükseltip yazmaya başladı. Ne söylenirse eksik, ne yazılırsa yarım olduğu belli kitaplar yayınlandı.

12 Eylül, kuşkusuz sadece cezaevleri, işkenceler, idamlar değil. Belleklerden silinmeye çalışılan tarihsel süreç üzerine daha yazılacak, daha söylenecek çok söz var. Ama en önemlisi, en zoru başarıldı, dillerimiz çözüldü. Tarihi yaşayanlar, tarihi yazmaya başladı.

Görüldü ki, insanlık tarihi resmi tarih yazılımına benzemiyor. Çünkü canlı tanıklar savaş alanlarını değil, biz ne isek onu, ne görüp ne geçirdiğimizi, ne ile ne kadar nasıl baş edebildiğimizi, toplumun hepimizin yaşadıklarını anlatıyor.

Tarihi biz yazmaya başladıysak, tarihi yapmayı da başarabiliriz.

Darbecileri, işkencecileri, insanlık suçlularını yargılatacağız. 12 Eylül anayasasını değiştireceğiz. Bugün, 12 Eylül 2011’de, artık bir sonuç alabileceğimiz, bir adım daha atabileceğimiz bir yerdeyiz.

Yeter ki, bugünü kurmak için ne yapabileceğimize odaklanalım. Yeter ki, savaş alanlarının da, her fırsatta birbirini tüketme kolaycılığının da dışında bir arayışın sahibi olalım.

Her acının, her yok oluşun, her hiçleştirilmenin, kayıp her günün ve her saniyenin hesabını sorduğumuzda bile, hiçbir acı, hiçbir yok oluş, hiçbir kayıp, hiçbir gün, hiçbir saniye telafi olmayacak. En ağır cezalara çarptırılmalarının, sadece bu insanlık suçunun suç olduğunun tescillenmesi için şart olduğunu biliyoruz ve yargılanmalarının sonuna kadar peşinde olacağız.

Ve ancak, 12 Eylül anayasası çöpe atılıp eşitliğimizi ve özgürlüğümüzü teminat altına alacak bir düzenleme ilan edildiğinde, telafiyi sağlayabileceğiz. Çünkü ancak o zaman yeni başlangıçlara yol alabileceğiz.

Türkiye, barış sözcüğünün en çok sarf edildiği ülkelerden biri. Savaşanların da, toplumun da birbiriyle barışması, bu sözcüğün sarfı kadar hafif değil. Nasıl 12 Eylülcüler bir gün yargılandığında ve demokratik bir anayasa kazanıldığında dahi, faşist bir sistem ve onun uygulayıcıları ile barışmak ve barışık olmak mümkün olmayacaksa, bugünkü savaş içinde, peşine düşülecek tek şey telafi olmalı.

Yeni anayasaya bir an önce odaklanılmalı. Siyasetçiler, aydınlar, ..bu ülkede gerçekten taşın altına elini koymaya hazır kim varsa , telafiyi aramaya koyulmalı. Onu sağlayamazsak, değil barışı sağlamak, silahları susturma umudunu bile taşıyamayız.

Yıllardır silahlar sussun deniyor, barış deniyor. Kimsenin itiraz edemeyeceği güzel sözler söyleniyor. Ama tıpkı, silahla çözüm arayanların nakaratı gibi, bu sözler sonuç almaya yeterli gerçekçiliğin ifadesi olamıyor. Sussun demekle susmuyor işte, barış demekle barışılmıyor.

Seçtiğimiz milletvekilleri, 1 Ekim’de gelin meclise. Mecliste olmak demek, dışarıda mücadele etmeye engel değil, ama dışarıda olmak sadece savaş demek. Size oy verenlerin, her tür entrikaya rağmen siyasi mücadelede ısrarcı olabilme arayışının onurundan şüphesi yok. O oyları çöpe atmayın.

Ülkenin demokratikleşmesi, silahların susturulmasını isteyen herkes gelin siyasete, sorunların çözümü için birey vicdanı yetmiyor, örgüt sahibi olmak gerekiyor. Kimse bize yeni bir anayasayı ve istediğimiz sistemi hediye etmeyecek. Gerçekten ne kadar yanıyorsa canımız, gerçekten ne kadarsa vicdanımız, gerçekten ne kadarsa bu işlere mesaimiz, gerçekten ne kadarsa demokrasi isteğimiz,…telafiyi de o kadar sağlayabileceğiz..

Artık her yıl, yıl saymayalım. Artık bugünü kuralım.

İnsanlık tarihi, savaş alanları değil, biz ne isek neyi ne kadar başardıysak odur.30 yıl sonra ya da bir gün dilleri çözülen insanlar, savaştan veya barıştan değil, ne yaşadılarsa ne ile ne kadar baş edebildilerse, ne görüp ne geçirdilerse, tarihe, onu not düşecekler. Bir gün insanlık ezilecek eğilecekse, savaşın ya da barışın değil, o sözlerin altında ezilecek ve eğilecek.

Bir gün insanlık dimdik durabilecekse, kendi tarihini kendisi yapabildiği için duracak.