Leyla Zana, ‘soruna Kürt sorunu denmesine karşıyım’ dedi. Haklı. Bir haklar sorunu ve Kürt halkı, hakların kazanılması için yıllardır özgürlük ve eşitlik mücadelesi veriyor.

 

Bu mücadelenin demokratikleştirilmesi, silahların yerini siyasetin alabilmesi için, önce savaşla çözülecek bir sorunla karşı karşıya olunmadığına ikna gerek. İkna da ancak, devletin yeniden yapılandırılması demokratikleştirilmesi ile paralel hayata geçebilir.

 

Operasyonlar sürdüğü, TMK’ya dokunulmadığı, ana dilde eğitim başta olmak üzere eşit haklar konusunda hükümetin tavrı umut vermediği sürece, Kürt halkını, silahın sigorta olmaktan çıkması konusunda ikna etmek zor.

 

Karayılan’ın Özgürel’e söylediği umut verici sözler yeni değil. Üstelik PKK barış fırsatını defalarca da tanıdı. Devlet değerlendirmedi. Ortadoğu’nun karmaşık ilişkiler ağı malum ama, T.C. devleti de, PKK da bu ağa düşmeyecek güce, siyasi manevraya sahip. O yüzden barış önündeki engeli başkalarına yıkmadan, her iki tarafın siyasi stratejisi üzerinden değerlendirmek daha gerçekçi.

 

Özetle söylemek gerekirse siyasi müzakere, ortak noktalarda buluşmak olduğuna göre, bu ortak nokta her ne olursa olsun her iki tarafın hayalini de tatmin etmeyeceği, barış ortamının meseleyi istedikleri noktaya getirmeyeceği açık. O yüzden aktörler savaşta direniyorlar.

 

Böyle bir restleşme ortamında, eğer gerçekten savaşın bitmesi isteniyorsa, farklı bir referansa ihtiyaç var. Geçmişte onca çaba, umut veren girişim kursaklarda kalmışken hükümete güvenmek ya da ilk adımı tekrar PKK’ye havale etmek yerine, akil insan tavrı ile iki tarafı da karşılıklı harekete geçirmek gerek. Mevcut stratejilere müdahale etmek gerek.

 

Siyaset, ne dilekler temenniler işi, ne de restleşmeler demek. Demokratik siyaset, gerçeği ifade edebilme ve çözüm için yol haritası üretebilme sorumluluğu.

 

Zana da bunu yapıyor. Kürt halkını ikna edebilecek adımların atılabilmesi, silahın sigorta olmaktan çıkabilmesinin yolunu açmak için, bir siyasetçi tavrı ile referans oluşturmayı deniyor.

 

Söyledikleri, ne onun değiştiği ne de tarafı olduğu mücadeleden vaz geçtiği anlamına gelir. Barzani yorumlarına gitmeye de gerek yok, çünkü söyledikleri, Öcalan’ın uzun zamandır söylediklerinden farklı değil. Belki de Öcalan’ın meşru muhataplığını yeniden devreye sokmaya çalışıyor, Başbakan’a bu yolu yeniden açmasının sorumluluğunu teslim ediyor.

 

Öcalan neredeyse bir yıldır tecritte. Ama bu tecrit, devlet tarafından mı konuldu, kendi tercihi mi muamma. Devlet tarafından konulmuşsa, Kürt hareketinin duruma sessiz kalması da ayrı bir muamma.

 

Aralarında, artık farklı stratejilere sahip oldukları, ifade edilmiş bir gerçek. A.Öcalan’ın, 2009’da DTP’li vekillerin meclisten çekilme kararından, KCK meselesine, o tarihlerde Tokat’ta 7 askerin öldürülmesinden bugüne kadar, uygulamaların çoğuna katılmadığı ifadeleri, başka bir stratejinin göstergeleri.

 

Hangi strateji galip gelir bilmiyoruz. Müzakere süreci başlasa da, ortak noktalarda buluşmaya razılar mı, yoksa denendi olmadı düşüncesiyle mi savaş sürüyor onu da bilmiyoruz. Ama bilinen gerçek şu ki, sorunun sivilleşmesinin yolu bulunmadıkça kan akmaya devam edecek.

 

Leyla Zana’ ya ‘saf’ diyorlar, aslında kanın durması için çırpınan hepimize demiş oluyorlar. Oysa siyasette saf ve duru olmak, en büyük ihtiyaç ve meziyet.

 

Söyledikleri arasında, en çok ‘AKP’deki Kürt milletvekilleri duyguda Kürt, düşüncede Kürt değildir. BDP’dekiler ise düşüncede Kürt, duyguda değil… BDP’liler geleceği düşünüyor ama Kürtlerin duygusuna uzak olduğu için mekanik bakıyor’ cümlelerini düşündüm.

 

AKP’deki Kürt milletvekilleri, eğer duyguda Kürtse, o duyguyu düşüncelerinin önüne koymayı bilmeliler, yoksa asıl mekanikliğin sorumlusu olacaklar.

 

Gençler ise elbette hayatta kalmalı, geleceği onlar kuracaklar.