Hiç kuşku yok:

Bir küstahlık abidesi, bir şımarıklık anıtıdır İsrail...

Mesela: İki askeri kaçırıldı diye koca Lübnan’a bombalar yağdırır.

Mesela: Birleşmiş Milletler kararlarına fırlatıp atılacak kâğıt mendil muamelesi çeker.

Mesela: “Güvenliğim tehdit altında” deyip Gazze kentini bir açıkhava hapishanesine dönüştürür.

Mesela: Okul bombalar, hastane bombalar, çocuk katleder.

Mesela: Haksızlık eder ama haksız olduğu bir türlü anlaşılmaz.

Mesela: Sırtını büyük güçlere dayamanın verdiği özgüvenle her daim dayılanır.

Mesela: Başkalarının topraklarını işgal etmeyi ulusal spor haline getirir.

Mesela: Uyguladığı politikalara en küçük bir itiraz geliştirildiğinde, hemen basar “antisemitist” damgasını.

Kısacası...

Saymakla bitmez bu küstahlık abidesi, bu şımarıklık anıtı ülkenin yapıp ettikleri.

Ve fakat...

“Durum böyledir” diye...

Türkiye’nin İsrail’e karşı aldığı sert tutumu eleştiren herkese “Seni gidi İsrail avukatı seni” mi denilecek?

Türkiye’nin İsrail’e karşı uyguladığı politikada açıklar bulan herkes, “İsrail ağzıyla konuşuyorsun” diye susturulacak mı?

“Bir yandan İsrail’e posta konuluyor, bir yandan füze kalkanlarına geçit veriliyor” diyenlere “İsrail’in ekmeğine yağ sürüyor” muamelesi mi çekilecek?

“Birleşmiş Milletler Raporu”nun İsrail yanlısı çıkmasının sorumluluğunu hükümete yükleyenlere

“İsrail muhibbi” mi denilecek?

“Mavi Marmara gemisine binecek olan AK Parti milletvekilleri son anda neden vazgeçti?” sorusunu soranlara “İsrail ajanları” mı denilecek?

Hayır, dostum hayır!

Burası uygulanan her türden baskı politikasının, “İsrail karşıtı” retorikle meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir emirlik, bir şeyhlik ya da bir krallık ülkesi değildir.

Burası “son tahlilde” demokratik bir ülkedir ve burada hükümetler, başları sıkıştığında İsrail’e bir tane çakarak, her türlü sorunu bertaraf etmiş olamazlar.

Burada, -kâğıt üzerinde de olsa- “Hiçbir uygulama eleştiriden münezzeh değildir” anlayışı geçerliliğini korumaktadır.

Dolayısıyla...

“İsrail’e karşı verilen destansı mücadele” de kıyasıya eleştirilir.

O halde...

Henüz yol yakınken...

“Hükümet, İsrail gibi bir küstahlık abidesine haddini bildirirken eleştiri de neymiş” anlayışını geçerli kılmaya çalışmaktan vazgeçelim. İlk adımı da Türkiye’nin İsrail politikalarını eleştirenlere “İsrail’in avukatı” demekten vazgeçerek atabiliriz.

Hüseyin Çelik de mezhepten vurdu

Kılıçdaroğlu’nun Suriye yaklaşımı: Neden Suriye’nin iç işlerine karışıyoruz? Bu bizim meselemiz değildir.

Hüseyin Çelik’in Suriye yaklaşımı: Bir ülkede zulüm varsa biz bunu o ülkenin iç işi olarak değerlendiremeyiz.

Bu iki yaklaşıma bakarak safımı seçiyorum:

Hüseyin Çelik’ten yanayım.

Çünkü ben halkını katleden bir rejime, “Bu onların iç işidir, bize ne” demeyi en büyük vicdansızlık olarak görürüm.

Suriye konusunda Hüseyin Çelik’le aynı saftayız ama bunun böyle olması, Hüseyin Çelik’in görüşlerini açıklarken yaptığı “mezhep” göndermesini ayıplamama engel değil.

Şöyle diyor Hüseyin Çelik:

“CHP niçin savunuyor Suriye’deki Baas’çı rejimi? Açıkçası aklıma başka kötü şeyler de geliyor.

Suriye’deki Baas’çı rejim yüzde 15’lik bir kitleye dayanıyor. Acaba Sayın Kılıçdaroğlu mezhep yakınlığı dayanışmasıyla mı Suriye’ye bu manada sahip çıkıyor?”

Ne diyeceğimi bilemiyorum doğrusu.

“Neden adamın mezhebini işin içine karıştırıyorsun kardeşim” desem, “Ben kötü bir şey demedim ki, sadece mezhep yakınlığına vurgu yaparak bir soru sordum” diyecek.

Belki de en iyisi Hüseyin Çelik’e şu soruyu sorarak hafiften bir empati yapmasını sağlamak:

“Siz neden Suudi Arabistan’daki insan hakları ihlallerini hiç mesele etmiyorsunuz? Neden Suudi Kral’la dostluğunuza zerre kadar halel getirmemek için aşırı özen gösteriyorsunuz? Suudi rejimi yüzde kaça yaslanıyor, neden hiç merak etmiyorsunuz? Yoksa... Yoksa... Aranızda Sünni dayanışması mı var?”

Birkaç kısırdöngü daha

Mümtazer’in kısırdöngüsü: Diyarbakır’a Amed diyelim/Apo’yu paşa yapalım/PKK’yı bitirelim/Diyarbakır’a Amed diyelim/Apo’yu paşa yapalım/PKK’yı bitirelim.

Mehmet Metiner’in kısırdöngüsü: Cahiliye devri/Aydınlanma dönemi/Cahiliye devri/Aydınlanma dönemi.

M. Şevket Eygi’nin kısırdöngüsü: Estetiksiz Müslümanlar/Mezhepsiz Müslümanlar/Estetiksiz Müslümanlar/Mezhepsiz Müslümanlar.

Hayrettin Karaman’ın kısırdöngüsü: Tahammül/Hoşgörü/Tahammül/Hoşgörü...

Cüppeli’nin kısırdöngüsü: Takvada ileri gitme/Jet-ski’ye binme/Takvada ileri gitme/Jet-ski’ye binme...

Erol Köse’nin kısırdöngüsü: Salla ve sil/Salla ve sil/Salla ve sil/Salla ve sil...

Müdafaa bekleyen şehirler

Dün bir “Yozgat müdafaası” yazdım...

Talepler gelmeye başladı:

Konya’ya da acayip haksızlık yapılıyor, Konya’yı da yaz.

Batman’ın imajı az mı hırpalandı, Batman’a gel, burayı da yaz.

Çorum’a yönelik haksızlıklar silinecek gibi değil, senin elin bir de Çorum’a gelir.

Kastamonu için de bir güzelleme isteriz.

Söz veriyorum: Bir “Mazlum şehirler” dizisi başlatacağım.