Bugün Kürt sorununda salt iktidar partisine değil, Kürt siyasal hareketine de toplumsal barış konusunu hatırlatmak, solun tarihsel sorumluluğudur.

Bireyler arasındaki ilişkilerde olduğu gibi, toplumsal ihtilafların çözümünde doğrudan şiddet içeren araçlara başvurulmasına karşı çıkmak, sol siyasal geleneğin önde gelen ilkelerinden biridir. Buna rağmen, mağdurların şiddete sarılmasının mazur olduğu veya egemen sınıfı devirmek için şiddetin kaçınılmazlığı inancı solda sık dile getirilir. Kabul edilemez şiddetle haklı şiddet ayrımı arasında salınan bir tutum ortaya çıkar.
Bu ikircikli konumun bir nedeni, savaş gibi, şiddeti de barışın zıddı olarak ele almaktır. Halbuki barış ne şiddetin ne de savaşın sadece zıddıdır. Salt savaşın zıddı olarak tanımlanan barış kavramının içi boş kalır. Savaş dışında uygulanan şiddet karşısında ise kör kalmaya mahkûm olur.
Sol düşün, sadece savaş ve şiddet karşıtlığı olarak değil, bir toplumsal yaşam örgütlenmesi ilkesi olarak da barışı benimser. Bu durumda, barış kavramı ikiye ayrılabilir. Negatif barış, savaş veya şiddete dayalı çatışmaların olmaması halidir. Pozitif barış ise buna ilaveten hakça paylaşım ve toplumsal adalet ilkelerinin de tatmin olduğu, tarafların müzakere halinde oldukları bir durumdur. 

Şiddet stratejisi
Şiddeti de ikiye ayırabiliriz. Doğrudan şiddet, fiziki şiddet kullanımıyla bir insana veya gruba zorla bir şey yaptırma veya yaptırmama aracıdır. Dolaylı şiddet ise açık haksızlık, zenginliğin olduğu yerde yoksulluk, sömürü, saygınlığını yitirmeye mecbur kalmak gibi durumları tanımlar. Fiziki şiddetin olmaması, bir kısım insanın istemediği bir yaşamı kabul etmeye zorlanmadığı anlamına gelmez. Dolaylı güç kullanımı fiziki şiddetten daha etkili ve kalıcı olabilir.
Sol, salt negatif barış için mücadele etmez. Solun ufuk çizgisinde pozitif barış vardır. Ama pozitif barış hedefini yücelterek negatif barışı küçümsemek hatta reddetmek çok yaygındır. Barış sözcüğünü ağzından düşürmeden, ‘bugünkü durumu’ bahane edilerek savaş ve şiddet savunulur, hatta yüceltilir. Uzun vadeli ‘asli hedef’ uğruna kısa vadeli ‘tali hedef’ önemsenmez. Mağdur konumunda bile, direnmenin şiddet ve savaş dışında olanağını arama gereği unutulur.
Halbuki, barış sadece bireyin dışında bir hal değil, aynı zamanda bireye içkin bir tavırdır. Dolayısıyla ‘barışa giden yolda’ şiddete sarılmak, şiddeti savunmak, şiddetin belirleyiciliğine ve yönlendiriciliğine hem toplu hem de bireysel olarak mahkûm olmaya yol açar. Buna iktidar olmanın güç ve olanakları ilave olunca, şiddetin stratejik bir gereklilik olarak benimsenmesi doğallaşır. Şiddet siyasal akla hükmeder. ‘Barışa giden yolda’ savaş başlar ve süreklileşir. 

Türkiye’nin acil ihtiyacı
Türkiye’de bugün iktidar partisi ve muhafazakâr çoğunluğun kendini barışa giden nihai savaşa hazırladığının güçlü işaretleri var. İktidarın ideolojik aygıtları karşı tarafı dize getirerek barışın kurulacağına dair bir inanç pompalıyor. Kürt siyasal hareketi içinde de maruz kalınan şiddeti, doğrudan şiddete başvurmanın gerekçesi olarak gören güçlü bir kanaat var. Bu kanaati, şiddet araç ve yöntemlerinin meşruiyetini “Kim kullanıyor” sorusu ışığında değerlendirme refleksinin güçlü olduğu Türkiye sol düşün dünyası da besliyor, güçlendiriyor.
Negatif barış ortamının sağlanması, Türkiye’de en acil ihtiyaç. Bu bağlamda her türlü doğrudan şiddet yönteminin meşruiyetinin reddedilmesi bir zorunluluk. Kim olursa olsun, bütün doğrudan şiddet yöntemlerinin gayri meşru olduğunu her ortamda ısrarla ve sebatla dile getirmeyen, mağdurun kullandığı doğrudan şiddeti göz ardı edip egemenin şiddetini sadece teşhir edenler de bu şiddet politikalarının belki istemeden ama dolaylı bir parçası olurlar. Kürt siyasi hareketinin doğrudan şiddete başvurmasını mazur görmek, maruz kalınan dolaylı şiddeti doğrudan şiddetin bahanesi yapmak, iç dünyasında pozitif barışla da barışık olunmadığını ele verir.
Bugün Kürt sorununda salt muhafazakârlara ve iktidar partisine değil, Kürt siyasal hareketine de toplumsal barış konusunda sorumluluğunu ve bunun gereklerini hatırlatmak solun tarihsel sorumluluğudur. Şiddet karşısında sessiz kalmak, kenara çekilmek, seyretmekle yetinmek veya ‘karşı şiddeti’ anlayışla karşılamak, başkalarınınki de olsa, sonuçta şiddeti benimsemek demektir.