Uzun zamandır ülke olarak kamplara bölünmüş durumdayız. Her kamp kendi acılarının çetelesini tutup, hesabını yapmakta.

Kimse ötekinin acısı ile ilgili değil.

Herkes kendi yaşadığı şeylerle meşgul.

Uzun zamandır kamplara bölünmüş durumdayız. Kamplara bölünmenin sonucu olarak fanatik ve lümpen bir taraftarlık hayat buluyor.

Bu ülkeyi mahvedecek olan şey, bu ülkenin köküne dinamit koyacak şey, bu ülkeyi geri dönülmez kazalara belalara götürecek şey bu fanatik lümpen taraftarlıktır.

Büyük resmi görmeden, insanlar kendilerini bir kampın içinde buluyor. Tezahürat ve küfür dilinin hayata nüfus etmesi derin toplumsal yaralara sebep veriyor.

Oysa tarih var. Tarihten öğrenebileceğimiz çok şey var. Bosna gerçeği, Suriye gerçeği, Irak gerçeği, Libya gerçeği o kadar yakın tarih ki. Hala muhacirler yollarda. Bir yurda varmış bile değil.

Devletten bireye doğru, bireyden her türlü organizasyona (örgüte) doğru biçimlenen ve hayat bulan bu şiddet sarmalı yavaş yavaş ülkeyi esir alıyor.

Bu karanlık yavaş yavaş hayata siniyor. Öyle bir yere gidiyoruz ki, an gelir bu gidişata kimse dur diyemez.

Her kamp derin yaralar biriktirmekte. Bu yaraları bir kimlik, bir bayrak gibi taşımakta.

Yaralar bayraklaştıkça, toplumsal kamplar derinleşmektedir.

Oysa bu ülke, bu koca ülke, bu yedi bölge, dört mevsim öyle kıymetli ki. Bu ülke yurttaşları öyle kıymetli ki. Kazanan taraf, kesin emin olun olmayacak.

Zafer dediğiniz şey bile bir yıkımdan öte değildir.

Bu yüzden tek bir seçenek var oda demokrasi.

Devletten bireye, bireyden her türlü organizasyona doğru demokrasiyi ikame edemezsek cehenneme odun taşımış olacağız.

Bir düşünün abiler, ablalar, bu gidişatı bir düşünün.

Cehenneme odun taşımaktan vazgeçin, her türlü şiddet yöntemi ve anti demokratik uygulama bu cehennemin ateşini daha bir harlaştırıyor.

Demokrasiyi daha cesur, daha güçlü, daha yetenekle, herkes için, ülke için, savunmanın, korumanın geliştirmenin yollarını bulalım.

Bugün de bir bebek ve bir anne öldürüldü ülkemde, başka ne söyleyim?

Annenin adı Nurcan’dı, bebeğin adı Mustafa Bedirhan’dı. Babamı kim? Yıllar önce yoksulluktan, Sivas’ın Yıldızeli’nden Kayseri’ye göç etmiş Mustafa’nın oğlu Serkan Karakaya. Yüzüne bakarsanız Anadolu’yu göreceksiniz.