Antep şehrini bir orkestraya benzetirsek, orkestra şefinin durması gereken yer Düztepe'dir. Bir yokuştan sonra vardığınız mahallenin girişinde ulu bir anıt gibi dikilirdi Düztepe Lisesi. O Ekim ayında eğer tarihsel şartlar yerine getirilmiş olsaydı, akşam aç uyumuş ve sabah aç perişan okula gelen Ayten'in başlattığı isyanın önce Düztepe mahallesine oradan Antep'e oradan da tüm Türkiye'ye sıçraması ihtimal dahilindeydi. 

Dünya bir kez daha Türkiye'den, Türkiye bir kez daha Antep'ten, Antep bir kez daha Düztepe'den sarsılabilirdi. İhtimal dahilindeydi. 

Olmadı!

Öznel ve nesnel şartlar tekâmül etmemişti özellikle öznel şartlar...

3 aydır halı atölyesinde maaş alamamıştı Ayten'in babası. Gecenin geç bir saatine dek kahvenin bir köşesinde beklemişti. Ev ahalisine söyleyecek bir sözü, götürecek bir ekmeği yoktu. Utancından gecenin geç saatini bekledi. Ev ahalisi uyuduğunda eve girdi, kimse uyanmadan da evden çıktı. Üç, dört ay işyerinden maaş alamamış insanların yaşadığı ortak bir utançtı bu. Başkasına ait olan ama nedense mağdurun taşıdığı bir utanç...

Ayten geceden kalan açlıkla okula gitmişti. Evde kalan birkaç bisküvi ile bastırdığı açlıkla gelmişti okula. Beden eğitimi dersine katılmamıştı. Hayır aç olduğu için değil, başkaca sebeplerden dolayıydı. Yoksul halk çocukları için giysi her daim bir sorundu. Hele eşofman lükstü. Öğretmen ona "ceketini çıkart ve koşmaya başla" diye bir ceza vermek istemişti. 

Gömleğini beyaz yorgan ipliği ile diktiği için, genç kadın utanmıştı. Cehennem öğretmenlerden biriydi o öğretmen... Hoca, ısrarla ceketini çıkarıp gömleği ile koşmasını istemişti Ayten'den. O reddetmişti.

İki tokat atmıştı Hoca. Üçüncüsünü atacakken Ayten hocanın elini tutup, tüm benliği ile başlamıştı marş söylemeye...'

"Kuşandık genç öfkeni..." o denli bağıra bağıra söylüyordu ki, çığlık atıyor sanırdınız. Ki orada olanlar bir kadının çığlık attığını sanmışlardı.

Bir, on, yirmi, elli, yüz, iki yüz genç bir ağızdan marşı söylemeye başlamıştı. Sınıflardan çıkan yoksul ve kumral halk çocukları defterleri, kitapları koridordan aşağı atıyorlardı. Sloganlar, marşlar ile gelen esmer ve yoksul gençlerin öfkesinin önünde durmak zordu.

Okul bahçesinde toplanan öfkeli genç kalabalık kısa bir tereddüt yaşadı...

"Mahalleye doğru, mahalleye doğru..." diye bir ses yükseldi, kumral ve yoksul bir liseli gencin sesiydi...

Ana caddeye çıkan kalabalık, mahallenin derinliklerine doğru çoğaldı. Evden, dükkânlardan, kahvelerden çıkan insanlar, şekilsiz bir kalabalık oluşturdular. Kimileri barikat kurarken, kimileri ise kitleyi yönlendirmeye çalışıyordu.

Barikatın arkasında Ayten babası ile saf tuttu, Bir baba eğer kızı ile barikatta saf tutarsa devrim umudunun çok diri olduğunun kanıtıydı.

Ait olduğu yoksullar sınıfının bilincine sahip kadrolar, bir isyan stratejisi üzerinde çalışmadığı için mahalleye takviye gelen panzerler nedeniyle barikatlar dağıtıldı ve kitle kontrolü kadroların yönetiminden kaydı. Dağılan kitle sokak aralarında kayboldu. Devrimciler ve polisler karşı karşıya kalarak kısa bir temaşa yaşansa da rasyonel olmayan kuvvetler sebebi ile devrimciler geri çekilmek zorunda kaldı. Kimi gözaltına alındı, kimi evlere çekildi.

Olmadı. İsyanın öznel ve nesnel şartları tekâmül etmemişti...

Antep şehrini bir orkestraya benzetirsek, orkestra şefinin durması gereken yer Düztepe'dir. 

Resmi ve resmi olmayan tarih kitaplarında nedense bu isyan girişimi hiç yazılmadı. Lakin gidin mahalleliye sorun, onların hafızalarında baklava çaldıkları için yıllarca cezaevinde yatan mahalle çocukları kadar derin iz bırakmıştır Düztepe'nin kısa isyanı...

Başımda bulut dolaşırdım Antep mahallelerinde. Citsorut, Cin deresi, Karşıyaka, Yukarıbayır, Perilikaya, Binevler, Allaben, Karatarla...

Yoksulların daha iyi bir yaşama erişmesi mümkün mu? Yoksullar birlikte mücadele ederek hayat koşullarını iyileştirebilirler mi? Bu meseleler başta olmak üzere birçok konuda kafa yoruyordum. Ayrıca hemen uygulanacak çözümler düşünüyordum. O zamanlar adına depo dediğim kooperatifler vardı aklımda... Gıda giysi satış depoları. İster beleş, ister az parayla yoksulları sübvanse edecek kooperatifler düşünüyordum. Arkadaşlarıma anlatırdım. Karşıyaka gıda ve giysi deposu. Citsorut gıda ve giysi deposu, Düztepe giysi ve gıda deposu... Onlar heyecanlansa da bu fikirlerle sonra "biz devrim yaparak çözeceğiz bu sorunları" derlerdi. Devrim ise uzak ve sisli bir ihtimaldi...

Türkiye solunun birçok sorunu vardır.

Onların deyimi ile hem diyalektik materyalizme inanıp hem de en eski, çağın gerisinde kalmış fikirlerde ısrar etmek misal.

Kendi politik organizasyonunu bir dogma gibi kutsamak misal.

Lider, organizasyon, flama kutsiyeti, seremonisi misal.

Kalıplar ile hareket etmek, kategorize etmek, keskinlik misal...

Ne bileyim işte anlamak ve adlandırmak zor. Din gibi bir şey bu. İnanman ve sevmen gerekir, yoksa sürdürülebilir değil bu organizasyonlarda kadro kalma süresi. İstatistiklere göre Türkiye devrimi için ömrünün bir bölümünü, gençliğini, özgürlüğünü veren geniş zaman içinde 1 milyonun az üstünde insan vardır. Bu veriler mevcut. Yani her şeye rağmen sol büyük bir kalabalık kitle. 

Niye mi her şeye rağmen sol bu topraklarda zemin bulur, buluyor, çünkü ülke derin bir yoksulluk ve adaletsizlik içinde her dönemde...

Size propaganda gelen birçok söylem halkın gerçeğidir.

Aç yatmak.

Antep gibi tekstil şehrinde eşofman alamamak.

Baklava şehrinde baklavaya mahrum kalıp, baklava hırsızı diye damgalanmak.

Üç aydır maaş alamamak.

Halı atölyesinin deyyus patronunun gazinoda bir gecede dört işçi maaşını gömmesi, bunu isçilerin bilmesi, devrimcilerin bilmesi ama kimsenin bir şey yapamaması.

Et alamamak.

Ev kirasını denkleştirememek.

Isınmak için odun kömür almamak.

Su, elektrik faturaları ödeyememek.

Dükkâncının ekmeği dahi borca yazmaması.

Damın su sızdırması.

Mont alamamak.

Defter, kitap, kırtasiye alamamak.

Çalışacak bir masanın olmayışı. Ki bir sandalyeyi ters çevirip, üzerine geniş tepsi koyup ders çalışmak çok bilinen ve normal bir şeydir.

Doktora erişememek, yazılan ilaç reçetesini alamamak, hastanede rehin kalmak.

Temizlik malzemelerine erişememek. Banyo için suyu tencerede ısıtmak.

Kadın hijyen ürünleri alamamak.

Çocuk hijyen ürünleri alamamak.

Yetersiz ev eşyası.

Çoğumuz için bu mahrumiyetler ajitasyon olarak gelebilir. Fakat bu mahrumiyetler halkın gerçeğidir. Dün, bugün ve muhtemel ki yarın.

Düşünün dünyadaki tüm meslek örgütlerinin, sendikaların, hatta yakın partilerin birlikleri konfederasyonları, birlik organizasyonları vardır. Fakat solcuların birbiri ile iletisi yok. Bugün diyelim ki Türkiye'de aktif yüz grup var bunların ortak bir organizasyonu yok. Ortak Facebook sayfası dahi yok, dergisi yok, düşünce kuruluşu yok. Bir araya gelip meseleleri tartıştıkları kafeleri dahi yok.

Ölümüne düşman. Birbirine öfkeli, gaddar ve...

Birleşik Türkiye solu demokrasi mücadelesinde aktif bir role sahip olabilirdi. Dolayısıyla döne dolaşa onların birleşmesi ve sahih politikalar yapmalarının imkânına bakıyorum. Lakin buna dair umut her gün daha sönüyor, daha yok oluyor. Bunca yoksulluk ve adaletsizlik varken ülkede...

Solun farkında olmadığı başka bir tehlike var. Eskiden her şeye rağmen solcular gelecek kuşaklara aktarım yapabilirlerdi. Bu aktarım kanalları ve geleneğine ket vuruluyor. Çağ değişiyor, başka politik figürler ortaya çıkıyor. Dünyada ve Türkiye'de popülizm yükseliyor ve dahi kökleşiyor. 

Solcular için gelecek daha çorak olacak, tüm bu yoksulluğa adaletsizliğe rağmen...