Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarının gerekçesini, Etyen Mahçupyan şöyle tarif ediyordu: “Anlaşıldığına göre savcılık ve mahkeme heyetinin algılaması şöyle: Ergenekon ağının deşifre olması ve bu sürecin tersine dönmeyeceği ortaya çıktığı andan itibaren bir ‘post Ergenekon’ çalışma başlatıldı. Yaklaşık iki yıldır hayata geçirilmeye çalışılan bu operasyonun birincil hedefi medyayı ve gençlik hareketlerini kullanarak Ergenekon davasının yıpranmasını, yani Susurluk haline gelmesini sağlamak. İkincil hedef ise referandum ve seçimleri etkileyerek AKP iktidarını indirmek. Söz konusu değerlendirmeye göre OdaTV bu operasyonun merkezinde yer alıyor ve sadece yaptığı yayınlarla değil, yazılmasını ‘teşvik’ ettiği kitaplarla da dezenformasyon ve manipülasyon yapıyor. Hanefi Avcı’nın kitabı bu bağlamda değerlendiriliyor ve en azından bazı bölümlerinin Nedim Şener tarafından yazılmış olduğu düşünülüyor.”(9.3.2011) 

49 sayfalık inceleme raporu
Star gazetesi, Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” başlıklı kitap taslağını “ele geçiren” polislerin hazırladığı 49 sayfalık inceleme raporu internet sitesinde yayımladı. Raporun sonuç bölümünde yer alan yedi maddeden beşi, adı geçen kitap taslağını yukarıda Mahçupyan’ın post-Ergenekon çalışma olarak tanımladığı bir faaliyet gibi değerlendiriyor.
Diğer iki maddede ise, Ergenekon soruşturması ve kovuşturmasının Gülen cemaati tarafından yürütülen bir tertip ve düzmece olduğunun işlenmesi yoluyla itibarsızlaştırılması ve emniyet teşkilatının cemaat tarafından ele geçirilip, ordu karşısında alternatif güç oluşturduğu öne sürülerek “devletin kurumları arasında çatışma çıkarma” suçlamaları yer alıyor. Ergenekon davası ile polis içinde Gülen cemaati yapılanması iddiası burada somut olarak birbirine geçiyor. 

‘Büyük kurtarıcı’
Ortada gerçekten bir post-Ergenekon durum var. Ama Mahçupyan’ın tarif ettiğinden farklı bir durum bu. Ergenekon davaları ile ilgili soruşturmaları yönlendiren merkezin kafasında post-Ergenekon bir zihniyet oluştuğunu görüyoruz. Ahmet Şık’ın kitabı ile ilgili inceleme raporunu yazan polis çevresi ve onun etki alanında olan savcılık ve mahkeme, bütün toplumu sardığına inandığı, binlerce kolu olan bir canavara karşı yıllar boyu verecekleri bir mücadele sürdürdüklerine inanıyor. Onyıllar sürecek ve aslında çok daha büyük bir kitlenin bu davalara dahil edilmesi gerektiğine inanan, toplumun içinden şeytanı temizlemek amacıyla hareket eden bir “büyük kurtarıcı” zihniyeti bu.
Bu mantık, kendi kurtarıcı misyonunu mutlaklaştırma aşamasına geldiğinde, kendi iradesine karşı çıkan, onu eleştiren veya daha ileri bir aşamada onu sadece desteklemeyenlerin de ruhuna şeytanın girdiğine inanır. Toplumun en ücra köşelerinden şeytanı kazımaya girişir. İşte bu nedenle bugün Ergenekon davalarında, yasanın suç olarak tanımladığı eylemlerin yanında, giderek genişleyen ikincil suç çemberi kuruluyor. Post-Ergenekon durum, sadece somut suç olanı yargılamakla yetinmeyip, aykırı veya kendisine karşı olanın da dolaylı biçimde birincil suçla ilişkilendirildiği bir cadı avı halini tanımlıyor.
Ergenekon davalarında çemberin hızla genişlemesi, yasalara göre suç olanla soruşturmaları yürütenlerin kanaatlerine göre suç olanın birbirine karışmasına yol açar. Bu kanaatleri taşıyanlar, savcıların ve yargıçların karar vermeleri için gerekli delil ve değerlendirmelerin yegane kaynağı iseler, o zaman Ahmet Şık’ın kitap taslağı ile ilgili hazırlanan polis raporunun yarattığı sonuç hasıl olur. Asli davanın kamuoyu nezdinde itibarı zedelenmeye başlar, davayı yürütenlerin başka bir gizli amaçla mı hareket ettikleri sorusu giderek daha fazla sorulur. Ve bunun bir aşamasında, toplumu şeytandan temizlemek isteyen güç, artık toplumda asli şüphe unsuru haline gelmeye başlar. 

‘Bir Ergenekon komplosu’
Geldiğimiz post-Ergenekon durum buna benziyor. Geçtiğimiz günlerde Gülen hareketinin dergilerinden birinde çalışan bir gazeteci, görüşmemiz sırasında, son tutuklamaları anlamadığını, bunun olsa olsa “Ergenekon’un bir komplosu” olabileceğini ifade ediyordu. Bunu Ergenekon davasına inanmış birçok kişi dile getiriyor. Saçma ama samimiyetle karışık bir çaresizlikle ifade edilen bu düşünce, davanın post-Ergenekon aşamasının yarattığı tahribatı gayet iyi tarif ediyor.
Ergenekon adı verilen ilişki ağının vahim cinai faaliyetlerini, yasalar açısından ağır suç oluşturan girişimlerini, hazırlıklarını artık konuşmuyoruz. Zirve katliamı ile ilgili son derece önemli son bulgular kenarda köşede kalıyor. Ergenekon davasında post-Ergenekon zihniyetin hakim olması, bugün Ergenekon davalarına karşı en büyük nesnel tehdidi oluşturuyor.
Son tahlilde polisin ve adaletin faaliyetlerinin siyasal sorumluluğunu hükümetler taşırlar. AKP hükümeti de, post-Ergenekon cadı avının siyasal sorumluluğunu da er veya geç sırtında bulacaktır. Yıldırım Türker, “kolluk güçlerine teslim edilmiş yeni hukukumuzla hepimizi çok daha büyük felaketler bekliyor” diye uyarıyor. Bu uyarı, ileride bu güçler ve arkasındaki çevrelerle güç pazarlığı yapmak zorunda kalabilecek olan günümüz iktidar sahiplerinedir de.