Herkes “O kitap”ı konuşuyor...

Kimi meraktan, kimi korkudan, kimi kendi siyasi çizgisine hizmet edeceğini umduğundan, kimi demokrasiyi, kimi Ergenekon zihniyetini savunmak için, kimi Ergenekon davasının sulandırılmasını, karartılmasını önleme kaygısından, kimi nedense kapıldığı  “Ergenekon yokmuş işte” yargısını güçlendirmek için...

Ama herkes “O kitap”ı konuşuyor.

Ama kapı gibi mahkeme kararı var. O karar değişmedikçe “İmamın Ordusu” kitabı basılamaz; kitapçı raflarında yerini alamaz; hatta matbaadan sağ çıkamaz...

Böyle oldukça da “O kitap’ta ne var; ne anlatıyor, niye bu kadar büyük gürültü koptu, bu tozdumanın ardında yatan ne” sorusuna cevap bulunamaz. Her bilinmeyen’de olduğu gibi söylentiler birbirini kovalar; kitabın sahteleri elektronik pazarda kol gezmeye başlar; hatta kimi uyanık düzenbazlar bu sahte kopyalarla para kazanmak için kolları sıvar...


*    *    *


Sizleri düş kırıklığına uğratmak istemem ama İmamın Ordusu kitabı öyle ortalığı allak bullak edecek, bilenmeyen müthiş sırları günışığına çıkaracak bir kitap değil.

Sadece titiz, dürüst bir gazetecilik çalışması. Dedektiflikle değil, sabırla, inatla, geceler ve geceler boyu uykusuz kalmacasına, resmi raporlar, demeçler, tutanaklar,  yazılar, karşı yazılar, savunmalar, iddialardan oluşan dev boyutlu bir belge yığını ve saatler tutan görüşmelerde elde edilebilmiş tanıklıklar’ın bant çözümleri ya da yazılı cevapları içinde iğneyle kuyu kazmacasına çalışıp yazılan bir kitap. 


*    *    *


Kitap Diyanet İşleri Başkanlığı’nın memuru olan bir vaizin dününden başlayıp bugününe kadar uzanan aşamaları resmi belgelere, tutanaklara, biyografik ve otobiyografik notlara, yazılara dayanarak sergiliyor.

Evet vaiz Fetullah Gülen; konunun ana ekseni de Cemaat diye anılan mali ve siyasi yanı çok güçlü örgütlenme. Buradaki siyasi terimine itiraz edenler çıkabilir. İsterseniz siyasette etkili bir örgütlenme diyelim. 

Örgütlenmenin bir kitlesel boyutu var. Işık Evleri, Gülen okulları kanalıyla sağlanmış. 

Bir de devlet içinde yaygınlaşma ve alışılagelmiş deyimle söylersek “kadrolaşma” boyutu var. 

Kitap, başlangıç bölümlerinde Gülen hareketinin “hiç”ten başlayıp bugün ulaştığı inanılmaz gücü sergilerken devletle iyi geçinme, her zaman ve koşulda devlete sahip çıkma yönünü tartışmaz belgelerle ortaya koyuyor. 12 Mart’ta (Evet, Fetullah Gülen’in yedi ay kadar tutuklu kaldığı 12 Mart’ta), 12 Eylül’de ve... Ve inanması güç ama 28 Şubat sürecinde Gülen’in ve cemaatinin hep devletin yanında yer aldığını gösteriyor, kanıtlıyor. Yani 12 Mart’ın utangaç faşizminde, 12 Eylül’ün faşizminde, 28 Şubat’ın örtülü darbesinde hep devletin yanında... 

Ardından Gülen hareketinin devlet içindeki örgütlenmesinde en kilit alanına geçiliyor. Emniyet (polis, kolluk kuvveti) içindeki örgütlenmenin sergilenmesine... Bu bölümlerde emniyet içinde yürütülen birbirinden farklı, kimileri birbiri ile çelişen “iç soruşturma” raporları, yani resmi raporlar ana kaynağı oluşturuyor. Ayrıca Emniyet içindeki Gülenci kadroların kendilerini etkisizleştirdiğine, yükselmelerinin önüne geçtiğine, polis örgütü içindeki iktidarlarını kırdığına inanan ve bu bağlamda Gülencilere hasım olan polis şefleriyle yapılmış söyleşiler ve söyleşiyi kabul etmeyenlere gönderilmiş yazılı sorulara verilen yazılı cevaplar da aynı önem ve ağırlıkta birer kaynak.

Buraya kadar yazılanların özeti çok yalın: Kitapta bilinmeyen, gizli saklı hiç bir şey yok. Ama bu bilinenleri derleyip toparlamak, sistematize etmek, ayıklamak, doğruluk denetiminden geçirmek için harcanan alkışlanası bir emek ürünü var.

Kitabı okuyanlarda iki yargı uyanacağını sanıyorum:

Bir:
Bu kitapta aktarılanların bir çoğunu duymuştum, okumuştum ama böyle derli toplu görememiş ve hele birbirleriyle ilintilerini kuramamıştım, denecektir.

İki:
Polis örgütü içinde ne kadar amansız, ne kadar acımasız bir iktidar savaşı sürdüğü ayan beyan olacaktır. “Polis dediğin devletin memurudur, savcıların ve İçişleri Bakanlığı’nın emrindeki görevlilerdir. Bunun iktidarı ne olur” diye soracak saf yurttaşlara bir gazete yazısı içinde söylenecek sözüm yok. Ama gizli dinleme, devlet adına (bazen da kendi adına) zor kullanma yetkisine sahip bir örgütlenmenin devlet içinde nasıl güçlü bir iktidar odağı olduğunu, olabildiğini bilen kulağı kesikler (yani en azından darbe dönemlerinde işkence tezgâhına yatırılmış ya da hapishanede volta atmışlar) bunu iyi anlayacaklardır.

Keza hasımlarını yenmek için temiz siyasetin demokratik araçları yerine, hasımların gizli kapaklı etkinliklerini, özel yaşamlarının sırlarını içeren kaset, dinleme kaydı, dosya, bilgi, itiraf gibi malzemenin kullanılmasının artık olağanlaştığı Türkiye’de, polis örgütünün elinde tuttuğu iktidar gücünü anlatmaya gerek var mı?

İşte Ahmet Şık’ın kitabı bu iktidar mücadelesine küçük ama güçlü bir ışık tutuyor; her yanını değil ama pek ilginç bazı yanlarını gün ışığına taşıyor. 

Bu kadar gürültü kopmasının ana sebebinin de bu olduğunu sanıyorum. Ergenekon davası ise kitabın önlenmesinin kılıfı oldu. Olan da bu yüzden Türkiye’nin Ergenekon’da ifadesini bulan karanlık güçlerle hesaplaşmasına oluyor. Haftalardır İmamın Ordusu kitabı konuşuluyor; darbeci zihniyet, darbeciler, darbe ortamı yaratmak için işlenen cinayetler, kurulan tuzaklar, yapılan planlar değil.

Yazık...


*    *    *


Kitap üstüne benden bu kadar.

Doyurucu
oldu mu bilemem. Bu yazdıklarımla yetinmeyip ille de “doymak” isteyenlerin yurttaşın bilgi edinme hakkını savunmaları, bunun için kolları sıvamaları, engelleri ve engelleyenleri aşacak demokratik ve yasal ve anayasal eylem yöntemleri geliştirmeleri ve “armut piş, ağzıma düş”  demeden ellerini taşın altına sokmaları gerek.

Yani İmamın Ordusu kitabı üstüne “daha, daha, daha”  diyenler bu dileklerini bana, benim gibilere değil, kendilerine yöneltsinler.

Boşuna mı denmiş: Yurttaşlık zor zenaat!..