ODA TV yöneticisi Soner Yalçın ile iki arkadaşı Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu “Ergenekon üyesi oldukları” iddiasıyla tutuklandılar.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ergenekon’un varlığına inanmadığını belirterek “Nerede bu örgüt gösterin, üye olayım” diye konuşmuştu.

Başbakan Erdoğan’ın yanıtı ağır oldu: “Git Danıştay’ın ikinci dairesine orada gör. Yeri orada! Diyarbakır’ın karanlık sokaklarına git, bir gece vakti, ensesine kurşun sıkılanların izinde aradığını bulursun! Çorum’a git, Sivas’a git, Kahramanmaraş’a git, Gazi Mahallesi’ne git, kanlı 1 Mayıs’ın yaşandığı Taksim Meydanı’na git, oralarda, aradığının izlerini bulursun. Orada zaten onların üye kayıt büroları var. Hemen orada seni kaydederler.

Hiçbirini yapamıyorsan Dersim’e git!”

Orhan Miroğlu ve Mehmet Metiner’e yönelik suikast girişimlerini hatırlattı Erdoğan.

Ülkedeki kutuplaşma her alanda olduğu gibi temel hak ve özgürlükler, hukuk konusunda da nesnel olmaktan çok siyasal sonuçlar doğuruyor. ABD’nin yeni Anlara Büyükelçisi Ricciardone, “Gazeteciler gözaltına alınırken, basın özgürlüğünden söz ediliyor, nasıl oluyor anlamakta güçlük çekiyoruz” dediği için kıyamet koptu. Başbakan Erdoğan, büyükelçiye “acemi” dedi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yanıtı, CHP liderini mizahçılara havale ettiği içerikteydi. Atalay, Türkiye’de basın özgürlüğünün ABD’den “daha ileri” olduğunu söyledi.

Oysa sadece 2007’de AGOS gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesi bile Türkiye’nin demokratik sicili üzerine koskoca bir çarpı konulması için yeterlidir.

ABD ya da demokratik standartlara sahip herhangi bir Batı Avrupa ülkesinde bir gazeteci valiliğe çağrılıp tehdit edilmez!

Hrant Dink, AGOS’ta yayımladığı bir röportajda Atatürk’ün “manevi kızı” Sabiha Gökçen’in 1915 trajedisinden kurtulan bir Ermeni olduğunu öne sürdüğü için İstanbul Valiliği’nde MİT mensuplarınca uyarılmış ve  “siyasi suikast”a kurban gitmiştir.

Gazeteci cinayetlerinin, gözaltı ve tutuklamaların yaşandığı ülkelerde “basın özgürlüğü” ileri demokrasilerle karşılaştırılmaz. Tersine meslek örgütlerince izlenmeye alınır.

ODA TV’ye yönelik suçlamaların içeriği ne olursa olsun, Ergenekon bağlantılı tutuklamaların “gazetecilik faaliyetleri”nin sonucu gerçekleştiği algısını değiştirmez. Savcılık soruları da, internet sitesinin yayınları üzerine odaklanmaktadır.

Bu süreç, ABD Büyükelçisi’nin “Basın özgürlüğü varsa, gazeteciler neden tutuklanıyor?“ kuşkusunu haklı çıkarmaktadır.

Ayrıca medya grupları üzerinde toplam varlıklarını aşan milyarlarca dolarlık vergi davalarının ABD ve AB tarafından  “oto sansür” olarak değerlendirildiği olgusu yeni değildir. Ergenekon davası sürdükçe basın özgürlüğü tartışması bitmez!