İnsanlar veya toplumlar vardır, başkalarının tecrübelerinden öğrenirler. Onların hatalarını tekrarlamazlar.

Bir de kendi hatalarından öğrenen insanlar ve toplumlar vardır. Buna "deneme ve yanılma yöntemi" denir. Ya aynı hatayı sürekli tekrarlayan ve yanılmaya yol açan yöntemin çeşitli biçimlerini deneyen ama sonuç alamayan kişiler veya toplumlar? İşte bunların son örneği Beşşar Esed ve Suriye. Kaybediyorlar...

Gelelim bize... Hâlâ bir Kürt sorunumuz olduğunu kabul etmiyoruz ve bu 'çiviyi' doğru aletle çelip çıkaracağımıza sürekli üstüne elimizdeki ek aletle, çekiçle vurup görünmez kılmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla sorun daha derine gömülüyor. Ama artık sonuna geldik. Çivi öteki taraftan çıktı. Ucu ülkemizin dışında da görünür oldu. Şimdi biz duruma oralarda müdahale etmeye çalışıyoruz hem de aynı yöntemle.

Suriye

Bir zamanlar 'iç düşmanımızla' işbirliği yapan bir komşumuz vardı; Suriye... Sonra üst düzey yöneticilerimizin tercihleriyle çok yakınlaştık. Bu ülke o zaman da diktatörlüktü. Sonra bu diktatörlüğün halkına zulmettiğine ve yeterince demokrat olmadığına kanaat ettik. Oysa çevremiz bu tür ülkelerle dolu. Ruslar Çeçenistan'ı silerken, Gürcistan'a diz çöktürürken, İranlılar muhalefetin her türlüsünü ezerken, Çinliler Tibet'i işgal altında tutar ve Doğu Türkistan'da aynı yöntemleri uygularken pek sesimiz çıkmadı, çıkmıyor. Suudi Arabistan'dan söz etmiyorum bile.
Ama nedense bu Suriye yönetimine pek sert tepki gösterdik. Yıkılması için muhalefeti topladık. Ülkemizde örgütlenmesine ve yerleşmesine izin verdik. Eğitilip, silahlanmasına yardım ettik. Ya biri bunu bize yapsaydı? Irak'a kaç kere girip çıktığımızı düşünsenize. Sonunda şu oldu: Desteklediğimiz Suriye muhalefeti şeriat mahkemeleri kurup anında infazlara başlamış. "Sınır bölgesinde askeri hareketlilik görürsem bunu savaş sebebi sayarım" dediğimiz için Esed askerlerini çekti ve boşluğu PKK yandaşlarının da etkin olduğu Kürt unsurlar doldurdu. Yaşadıkları yerlerde yönetimi devraldılar. Şimdi onların kendini yönetim çabalarını "ulusal tehdit" olarak görüyor ve müdahale edeceğimizi söylüyoruz.

Türkiye

Farklı ifade edildiğinde çaktığımız çivinin önce Irak'ta sonra Suriye'de çıkan ucunu tersinden geri çakmaya çalışıyoruz. Yine elimizde çekiç var. Bu yöntem ve aletle ne kadar devam edebiliriz? Bunun yanıtını PKK ve BDP'ye karşı Türkiye'de alternatif olarak kurulan ve partileşme hazırlığında olan bir derneğin (DDKD-Devrimci Demokrat Kürt Derneği) Başkanı İmam Taşcıer'in ağzından öğrenebiliriz. (Neşe Düzel röportajı, Taraf, 8-8-2012.) Taşçıer'in sözleri artık Kürt sorunumuzun hangi aşamaya geldiğinin de somut ve göz açıcı ifadesidir.
"...Kürt siyaseti tıkandı... Kürtler'in oyunu alan AK Parti de BDP de tıkandılar. Kürtler'in haklarını demokratik ve meşru yollardan savunacak yeni bir yapıya acilen ihtiyaç var." Taşçıer, şiddeti dışlıyor, PKK'ya alternatif bir sivil siyaset öneriyor ama hedefi, Türkiye'nin on yıllardır savaştığı militan bir örgütünkinden daha köktenci: "Kürtler'in asgari talebi federasyondur. En alt talep budur. Bunun için de Kürt coğrafyasının sınırları belirlenmeli ve o sınırlarda Kürtler kendi kendilerini yönetebilmeli. Bunun adı da özerklik olabilir. Bağımsızlık da. Bu Kürtler'in hakkıdır... Nasıl Türkler kendilerini yönetiyorlarsa Kürtler de kendilerini yönetebilmeli. Yönetim artık Ankara'dan yapılmamalı... Kuzey Irak'taki yapı, Türkiye için de Kürtler için de en uygun yapıdır."

Yakın zaman önce Türkiye yönetimi Bağdat'ın egemenliğini atlayarak Erbil (Özerk Kürt Yönetimi) ile petrol anlaşmaları yaptı. Dışişleri Bakanımız Bağdat'a haber vermeden Erbil'i ziyaret etti. Bağdat'tan tepki sesleri yükseldi. Bir İsrail ve Yunan Bakanı Ankara'yı hiçe sayarak Diyarbakır'ı ziyaret etse biz ne yapardık acaba?
Attığımız adımların, kapıdan başlayarak boyadığımız zeminde bizi karşı köşeye hapsettiğinin farkında mıyız? Bırakın başkalarının hatasından, kendi hatalarımızdan ders çıkarmazsak bu ülkenin birliğini ve dirliğini ne kadar koruyabiliriz?