Yaşarken yazıyorum ve yazmak için yaşanmışlıkları, yazdıklarımı yaşadığımı söylersem, bu defa fena kıyamet kopacak. Köşe bucak mücevherlerimi saçıyorum, kıta ve okyanus dinlemeden. Maşuka kaşık tutmaz, kaçış aşığa yakışmaz. Muazzam bir bağbozumu, bir festival, bir düğün bu. Kendine çektikçe, içine geçtikçe, kendinden geçtikçe, daha fazla bütünleşen, daha az dağılan. Doğumumla müjdelenen intihar, gözbebeklerimde korku salıyor. Şimdi bunun için tatlı, basit bir sebep bulmalı.

Her şey sende ve sen her şeysin. Görmediğim rüyam, kurmadığım düşüm. İnanmayınca, düş kırıklığımsın. Hiç tasarlamadığım mucizem ve bir türlü çözemediğim kördüğüm. Dünyanın bir ucunda, yörüngende dolaşıp duruyorken, elime tutuşturulan iki çift notla dev kayalara yaslandım kaldım. Mucizen benmişim. Değilsem de, söyle gitsin veya sus bitsin.

Korkarım ki sahibimsin. Eski bir uygarlığı arar gibi, dolaşmıştım kendi âlemlerimde, senin yörüngene girmeden önce. Bu kadar bir bağı çok gördün bana. Karda ve çamurda yalnız yürüdün bir süre. Sanırım artık hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi merak etmiyorum, yükseliyorum ama alçalamıyorum, gidiyorum ama dönemiyorum. Yok oluyorum sanırım. Kan rengi şalların ne güzel bir armağan olurdu oysa…