Siyasetin dehlizlerinde boğulmaya pek de lüzum yok, bu topraklar trajikomediden yaratıldı. Yıldık ülkülerden, yıkıldık süslülerden. ‘Coğrafya kaderimiz’ miymiş neymiş, işte buna bile inandırıldık. Kendisini Herkül sanan modern dünyanın gudubet ucubelerine, kendi çapında münferit magazin figürlerine ‘birey’ adını verdik, yücelttikçe yücelttik, başımıza taç ettik.

Aşure kıvamında bir cemiyet. Sinsi, itici, ikircikli. İçten içe kedere saplanmışken, tüm dünya aleme, iç ve dış mihrakların tekmiline birden topyekûn bir söğüş dersi veren bir toplum. Dostu ve arkadaşı söğüşleme, hısım ve akrabayı söğüşleme, iç ve dış turizm bileşenlerini söğüşleme. Tam bir Anadolu efsanesi. Bazı kahvehane karakterleri vardır ya hani veya kimi sosyal medya ünlüleri, sizi her geçen gün süregelen bir negatif enerji ile tiksindirdiği için adeta yargı yoluna başvurmaya, yani düpedüz dava açmaya teşebbüs etmeye niyetlenirsiniz.

Sanki bir ses "tamam, kayıttayız" demiş de tüm ana kadro ve figüranlar biteviye bir sahne ve piyes performansı adına bedenlerini ve ruhlarını ortaya koymuşlar gibi. Oysa rol de kendinden menkul, senaryo da.

Birinci, ikinci, üçüncü Cumhuriyeti savunan ve düşman olan, gönlü yağ gibi eriyen ya da husumet besleyen, tüm teyzeler, amcalar, nobran toramanlar, ensesi kalın sersefil fırıldaklar, görmemiş torun tombalak, paçoz varoş ayıları, kenarın dilberleri ve sair pervasız ve pejmürde eşraf.

Aynı zamanda, kamu dairelerimizin personeli yakışıklı, takım elbiseli ve sinekkaydı traşlı iken bile, hani durum buysa, bu kimi kamu kurumlarımıza pijama ile adeta geceden kalmışçasına, gerinerek ve geğirerek gelen Orta Doğu menşeli yabancı yatırımcı ve yerleşiklerimize olanca sıcaklığı, konukseverliği ve şirinliği ile kucak açan, kural ve ilkeleri son raddeye kadar esnetebilen, harika toplum katmanları, o sırnaşık ve mükemmel sosyal unsurlar.

Bireysel bazda da yaşanmışlığın ve yaşanmamışlığın, tecrübe havuzu ve tecrübesizlik haznesinin kalıntılarının bir potada erimek suretiyle kaynaştığı, yumuşacık, akıcı ve yapışkan bir füzyon oluşturduğu, aynı zamanda sahte ama sevecen, aynı organizmada melek ve şeytan olabilen, olmayı tercih eden ve/veya olması dayatılan o nezih, o necip halk.

En azından şimdilik, mizantropi suç değilken, bu hakkımızı son zerresine kadar kullanalım. Mitomani ve erotomaniye sapmadan, çığırından çıkmadan, gemilerimizi yakmadan, sahilden çok da uzaklaşmadan. Klavyeden çıkan sesler, tınılar, adeta bir ‘oh’ dedirtti kimilerine, kimilerimiz ise oldum olası tenha.

Kuşkusuz, kendine işkence etmenin, öz benliğini yavaş yavaş öldürmenin sayısız akıllıca yolu ve yöntemi vardır. Ve illa ki kesin bir çözüm bulmak amacıyla düşünmek, katiyetle bunlardan biridir. Tamam tamam, kayıttayız…