Türkiye geride bıraktığımız 9 aya malum veciz deyişle; ‘çok ve büyük işler’ sığdırdı. İstanbul’da Gezi Parkı direnişiyle başlayıp, bütün Türkiye’ye yayılan sivil itaatsizliğin milat olduğu bu takvimin en önemli kazanımlarından biri, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) doğuşunu hızlandıran dinamikleri içinde barındırmasıydı. Ancak daha HDP’nin adı duyulur duyulmaz, önce ‘solda bölünme’ antipropagandası başladı. Sanki CHP solun temsilcisiymiş gibi, HDP’nin özellikle İstanbul’da oyları böleceği iddiaları aylarca medyanın gündeminden düşmedi. Hâlbuki bizzat HDP’nin bilim insanlarına yaptırdığı araştırmalar da gösteriyor ki, HDP CHP’den çok, AKP tabanından oy alacak. ‘Gezi ruhu’nun ardına sığınan ve sırf AKP karşıtlığı üzerinden CHP’yi umut olarak gören çevrelerin de taşıdığı odunlarla harlanmak istenen ateşin muradıysa belliydi: Sokak muhalefetini CHP’nin kuyruğuna takmak ve uysallaştırmak.

Ancak HDP, 30 Mart yerel seçimlerinin en yeni ve genç alternatifiydi. Bu genç enerjiyi de çok kısa bir zaman içinde çalışmalarına yansıttı ve hızlı bir şekilde sokaklara yöneldi. Bileşenlerinin tamamı Gezi direnişinin aktif unsurları olan HDP, önerdiği politikalarla ulaştığı bütün kesimlerde gerçek bir heyecan yarattı. 30 Mart’ı Türkiye’de demokrasinin hayat bulması için önemli bir fırsat olarak gördüğünü söyledi. Ve halklara “Gelin, yaşadığımız şehirleri birlikte yönetelim” dedi. Kısa bir zaman içinde genel kurulunu yaparak, Türkiye’nin neredeyse her yerinde eşbaşkan adaylarını belirledi ve mahalle mahalle, kasaba kasaba, ilçe ilçe, il il çalışmaya başladı.

HDP’de olan bağımsız bireylerin yanı sıra; LGBTİ hareket, sosyalistler ve Kürt hareketinin yan yana gelmesinden yaratılan yeni bir ‘yoldaş’lıktı. BDP’nin Kürt coğrafyasında ‘özyönetimle özgür kimliğe’ şiarıyla çıktığı yolda, ‘şehir senin’ diyerek kadınlara, gençlere, bütün milliyetlerden halklara demokratik özerkliği yaşam kültürü olarak sunan HDP’nin bütün açılışları görkemli kalabalıklara sahne oldu.

Sağlık emekçisi Kahraman Keskin HDP’ye oy vereceğini söyleyenlerden biriydi. Şöyle diyordu: “İçinde bir sürü sivil toplum örgütünün, emekten yana siyasi partinin, sendikaların olduğu HDP’ye çok değer veriyorum. HDP’nin iyi bir halk alternatifi olabileceğini düşünüyorum.”

Sadece o mu? İngilizce öğretmeni Güneş Akdeniz HDP’ye ‘anadilinde hizmet’ vereceği için oy vereceğini söylerken, metropollerde yaşayan pek çok yurttaşın dileğini de yansıtıyordu. Eşbaşkanlık modelinin kendisini umutlandırdığını söyleyen antropolog Şükran Taş ise, “Kadınları eve kapatan siyasetin tam karşısında olduğu için oyum HDP’ye” demekten çekinmiyordu.

HDP’liler sokakta dokundukları herkeste söylemleriyle umut yaratmıştı. Bu umudun elbette ki, derin güçler de farkındaydı. Urla, Aksaray, Fethiye, Bulancak gibi pek çok yerde ulusalcı-faşist güçlerin HDP adaylarının karşısına çıkarılması, tam da bu farkındalığın sonucuydu. Amaç, sadece Kürtler için değil Türkiye’nin bütün halkları için umut olmaya başlayan HDP’yi kamuoyunun nezdinde ‘öcü’ gibi göstermekti. Gariptir ki, bir hayalete dönüştürdükleri ‘Gezi ruhu’nun arkasına sığınanlar da bu saldırının tetikçileri arasında yer aldı. Saldırılar; AKP iktidarının 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla teşhir olduğu bugünlerde; siyasi krize dair en net tutumu alan HDP-BDP çizgisinin, başkalarının çizdiği rotaya itibar etmeden kendi yolunda yürümesinin de sonucuydu elbette.

Gezi Direnişi’nin yaşandığı günlerde Kürt siyasal hareketini, direnişe destek vermemekle eleştirenler ise (ki röportaj için gittiğimiz Medya Savunma Alanları’nda Gezi’nin gerillada yarattığı heyecana defalarca tanıklık ettik) saldırıları tam da medyanın sunduğu şekilde ‘HDP gerginliği’ olarak anlamayı tercih ettiler.

Diyarbakır’da Hevsel Bahçeleri’nde yüzlerce ağacın kesilip fırınlara odun olarak satılması ise, ‘Gezi ruhu’nu canlandırma konusunda her fırsatta ahkam kesenlerin ilgi alanına bile girmiş değil.

Cemaatin bütün ahlaki değerleri hiçe sayarak, dünkü suç ortağı hükümetin kirli çamaşırlarını sergileyen tapelerini dinleyip, memleketin değişmesine dair hayaller kurmak yeterince zamanlarını alıyor çünkü. 

İşin acıklı tarafı Hevsel’de de ‘mesele sadece ağaç’ değil: Tarih, doğa, yaşam, ezcümle insan. Hevsel’in 8 bin yıllık bir tarihi, Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne aday gösterilmesi ise tapelere geçmediği için kıymetsiz!

Gezi’nin yaşandığı günlerde, gaz yediğimizi öğrenen 6 Batmanlı gencin “Abla sizin yediğiniz gazdan yemeye geliyoruz” diye ertesi günkü ilk uçakla soluğu Gezi’de almasına benzer hikayeleri, henüz Diyarbakır’da duymadık, duyacağa da benzemiyoruz.

O gençler ki, taş atarak büyüdükleri sokaklarda devlete nasıl karşı koyulacağını bilmenin özgüveniyle, Gezi’de en önde günlerce direndi. Kimi okullarından, kimi işlerinden izin alarak direnişçilerin üstüne atılan yüzlerce gaz fünyesini, ustalıkla polislere iade ettiler. Heyecanları, kararlılıkları ve cesaretleri milliyetsizdi, Türkiyeliydi. Ta ki, şimdilerde “HDP’nin ne işi var Fethiye’de, Aksaray’da, Giresun’da” korosunun assolistleri olan ulusalcı faşistler içtikleri bira şişelerini kafalarına atana kadar.

Sosyalistler dışında linç kültürüne birkaç cılız ‘kınıyoruz’dan öteye tepki göstermeyenlerin o 6 gençten öğreneceği çok şey var: Çünkü mesele sadece HDP değil, mesele sadece Hevsel değil, mesele sadece Kürtler değil.