Sadece insanlarımız değil, hayvanlarımız da katledildi 30 yıllık savaşta. İnsanların öykülerini öyle ya da böyle duyduk geç de olsa, ama ya hayvanlar?

Lal dilleriyle ne yaşadılar mayınlı arazilerde gezerken? Tepelerine bombalar yağarken ne hissettiler? İçine doğup büyüdükleri-karınlarını doyurdukları tabiat ateşe verilirken-gaza boğulurken dile gelselerdi, ne derlerdi bize, tüm insanlığa?

Dersim’in dağ ceylanları, Cudi’nin çizgili sırtlanları, Dicle Vadisi’nin rengârenk kuşları insanlıkla en önce buluştukları tarihin o en eski coğrafyasında, Mezopotamya’da; insanlığın yok ettiği doğayı uzaktan, sakınarak izlerken ne düşündüler? Ya binlerce yıl önce evcilleşip, insanoğluyla yan yana yaşayan köpekler, kediler, koyunlar, eşekler, atlar? Hiç merak etmediniz mi?

AŞK KÖTÜLÜĞE DİRENMENİN BAŞKA BİR BİÇİMİDİR

Kemal Varol’un son romanı Haw’da Mikasa adlı köpek, işte o hayvanlardan. Savaşın içine doğmuş, boynunda partinin 3 renkli tasmasıyla meşhur köpeği Melsa’ya aşık olmuş, hem aşkı hem barışı savunan bir köpek Mikasa. Uzun ince gövdeli, siyah benekli, güzel burunlu Mikasa’yla iki arka bacağını kaybettiği için getirildiği bir hayvan barınağında ağır yaralıyken tanışıyoruz. Barınağın veterinerinin bacak yerine taktığı küçük tekerleklerle, günlerce baygın yatarken dilindeki tek sözcük: Karamel kokulu ‘Melsa’. Öyle bir aşk ki Mikasa’nın Melsa’ya duyduğu aşk, izini yıllar önce kaybetse de ‘Belki bir gün karşılaşırım’ umuduyla, dönüp başka bir dişi köpeğe baktırmayan türden. Savaşın hayvanlara zalimliği gibi bir girişten sonra, ‘Aşk da nereden çıktı?’ diyebilirsiniz. Ama aşk hayata, kötülüğe direnmenin başka bir biçimidir, bilene. O yüzden unutanlara hatırlatmak babından Mikasa’nın insanlara dahi örnek olması gereken aşkından birkaç cümleyle dahi söz etmemek olmazdı.

Kürtlere çok benzeyen Güneyliler ile Türklere çok benzeyen Kuzeylilerin savaşının tam ortasında başlıyor Melsa ile Mikasa’nın aşkı. Ve Güneylilerin o büyük bayram gününde vuslata erecekken iki aşık, tam da o gün hasret başlıyor bitmemecesine. Mikasa anlatıyor: “En güzel giysilerini giymiş Güneyliler bayram kutlaması için kasabanın miting alanına gitmeye çalışıyordu. Ama polisler izin vermiyor, sokaklarda yakılan lastikleri bir çırpıda söndürüyor, hal böyle olunca da sokaklarda taşlar ve molotof kokteylleri havada uçuşuyordu.”

O büyük günün sonunda biz Kürtlerin başka bir renkle tanıdığı ama Kemal Varol’un Turkuvaz ismini uygun gördüğü kontrgerilla şefiyle kesişen bir alınyazısı başlar Güneyli köpek Mikasa için. Helikopterle Kuzeylilerin başkentine götürülür, o artık ‘devletin’ köpeğidir. İsyan etse de, eğitimlerde aklından Melsa’yı çıkarmayarak mayın köpeği olmamak için dirense de; içgüdüleriyle, korkularıyla devletin zimmetli köpeğidir artık. Yıllar sonra dedesinin hikayesini anlatan torunu Mikasa’nın devlet tahlilini şöyle nakledecektir: “Devletmiş bu… Her şeyin kaydını tutar, herkesin nefesini dinler, hiçbir zaman birbirini tutmayan hesaplar yapar, depolar arşiv kayıtlarıyla dolar, griye boyanmış metal dolaplar ağzına kadar hurdayla tıkıştırılır…”

Şimdilerde “Allah rızası için çaldıklarını” öğrendikten sonra, Sadık Hidayet’in Aylak Köpek’inde anlattığı “Allah rızası için dövüyorlardı. Mezhebin lanetlediği, yedi canlı, pis bir köpeğe eziyet etmek doğal geliyordu onlara” cümleleri yadırgatıcı gelmese de; Mikasa’nın tabur günlerini güzel özetliyor: Eziyet, işkence, açlık, hakaret dolu günler, aylar… Jandarma Köpek Eğitim Merkezi’nde etrafında emir alıp veren, operasyona hazırlanan, üstlerinden dayak yiyen, siperlere uzanan, şafak defterlerine bakan askerler vardır artık. Halbuki o bir sokak köpeğidir, diğerleri Alman kurdu. Alman kurtları kendilerine koklatılan nesneleri hemen bulurken, Mikasa’nın aynı nesneyi bulması saatler sürer. Ona diğerleri gibi oyuncak kemik değil, Güneylilerin giydiği şalvar parçası verilir. Kokusunu bilmesi gereken o şalvarlılardır çünkü. Teninde sınanan coplar, orasına burasına savrulan postallar, her yanlış yaptığında yüzünü nişan alan okkalı tükürükler, postunun her yerini hedef alan taşlar, günlerce aç bırakılan midesinin ağırlığıyla ‘devşirilir’ Mikasa.

‘Dur’ derler durur, ‘yürü’ derler yürür, ‘bul’ derler bulur. Günler sonra üzerine afili bir elbise geçirilir ve bir dağ karakolunda görevlendirilir. Fotokopiyle çoğaltılmış kapkara bir kaderi vardır, bağlıdır, demirbaşa kayıtlıdır, zimmetlidir: “Ortada bir savaş vardı ve benim görevim Güneyli gerillaların toprağa maharetle gömdüğü Allah’ın belası mayınları bulmaktı” diye anlatıyor Mikasa. Ona göre gerillalar dağa çıkmadan önce taş atmak, dağa çıktıktan sonra da adam öldürmekte ustadırlar. ‘Çıt’ diye bir ses duymadan, mayını bulup havlamaktır görevi. Oysa çok başka şeyler vardır köpek düşlerinde: Dağlarda dolaşmak, derelerden su içmek, uzayıp giden buğday tarlalarının arasına karışmak, gelen geçen köylülerin peşine takılan çoban köpekleriyle çene çalmak, dilini dışarı çıkartarak rüzgara karşı hiç durmadan koşmak, kedi kovalamak ve Melsa’nın şahane karamel kokusuna gömülmek.

Hiçbiri gerçekleşmez bu düşlerin. Bizim kâbuslarımıza Yeşil olarak giren ama Mikasa’nın Turkuvaz diye bildiği o adamdan öğrenir Melsa’ya hiç kavuşamayacağını. Kahkahalar arasında anlatır Turkuvaz, devlete karşı çıkan her dişiye ne yaptığını. Tecavüzün savaşlarda bir silah olarak kullanıldığını Mikasa köpek zihniyle öğrenir de, yıllardır bu memlekette devlet görevlilerinin tecavüzüne uğrayan kadınların varlığını kimse bilmek istemez. Mikasa’nın ‘devletin zimmeti’nden çıktığı andır, sevdalısına yapılanları öğrendiği an. Çünkü ona göre asıl yenilgi, unutmaktır. Unutmaz. Savaş, köpeklerin dahi intikam besleyeceği bir kötülüktür, alır intikamını Mikasa, mayının yerini yanlış gösterir. Dağların doruklarından kayalıklara yankılanan seslerle dolar gökyüzü, oraya buraya savrulan bacaklar-gövdeler, devrilen araçlar, inleme sesleri, yardım çığlıkları. Turkuvaz, itirafçılar, tek tek tanıdığı askerler paramparça olur. Suçluluk dolu bir muzaffer edayla, arka bacaklarını aşkının intikamı üzerine böyle kaybeder Mikasa. Hikâyesini anlatırken türdeşlerine nasihat misali bir söz eder zamanın içinde kaybolurken: “Biz köpeklerin en büyük hatası nedir, biliyor musun, evcilleşmek.”

Haw, Kemal Varol, İletişim Yayınları