Gaza gelmeye, getirilmeye yatkın bir toplumuz. Tutkular akla çok sık hâkim oluyor. Duygu taşmaları her yerde, en beklenmedik konularda karşımıza çıkıyor. Duygusal taşkınlık halinin neredeyse sürekli ve olağan, duyguların, tutkuların akılla dizginlendiği durumların istisna olduğu bir ortamda, popüler olmanın en kestirme yolu, tutkuları daha fazla kışkırtmaktır.
‘Toplumun hassasiyetlerini dikkate almak’ gereği kılıfı altında sunulan bu kışkırtmayı kasıtlı biçimde yapan da var, doğal hali bu olduğu için bu duygu seline kendini kolaylıkla bırakanlar da.
Bugün Türkiye’de Kürt sorunu, hem Türk hem Kürt tarafında tutkuların, duyguların aşırı kabardığı bir ortamda algılanıyor. Bu taşkın hali siyaset dünyasından karşılıklı besleyenler var. 

Medya bu hissiyatın kabarmasını körüklüyor
Gazeteler, televizyonlar, radyolar, internet siteleri, her gün, her saat hissiyat kabarmasının ateşini körüklüyorlar. Bu çabalara bakıp, endişeyle karışık bir hayretle “Hâlâ neden Türkiye’de Kürtlerle Türkler birbirlerini sokakta kesmiyor” sorusu hemen akla geliyor.
Elbette milliyetçi tutku kabarmasının, mağduriyet duygusu taşmasının somut nedenleri var. Neredeyse her gün asker ve polis öldürülüyor. Sivillerin kasıtlı veya ‘yanlışlıkla’ öldürüldüğü bir savaş ortamı var.
Öğretmenler, işçiler, askerler kaçırılıyor. Şantiyeler basılıyor. Hiçbir şiddet eylemine karışmamış, suçu esas olarak Türkiye’de Kürt siyasal alanında siyaset yapmak olan, birçoğu seçmenlerinin oyuyla görev başına gelmiş yüzlerce Türkiyeli Kürt tutuklanıyor.
Böyle bir durumda tutkuların dizginlerinden boşanması, duyguların taşıp kabarması, aklın tutulup kan ve barut kokusunun başları döndürmesi, Türkiye’de değil, soğukkanlılığıyla maruf bir toplumda bile mümkündür. Duyguları ve tutkuları aklını bastırmaya her an hazır bir toplumda ise daha fazlası olmamasına ancak şaşırılır. 

Öç alma tutkusunu tahrik edenler
Bu duygu patlamasını “Ciğerim yanıyor” feryadıyla körükleyen, “Müzakere ederseniz teröristleri şımartırsınız” diyerek öç alma tutkusunu tahrik eden siyasetçilerden geçilmiyor Türkiye’de.
Basın ise ‘flaş, flaş, flaş’ çığlıkları içinde sanki insanların aklını iyice başlarından almak için var. Eskiden askerden gelen bilgiler, doğru yanlış diye bakılmadan, “Emriniz olur” diyerek basılırken şimdi polisten gelen bilgileri alelacele piyasaya sürme devri başladı.
Basın, polisin güvenlik konsepti içinde tasarladığı manipülasyonların aracı oluyor. Ya da polisin rövanşist zihniyetine alet oluyor.
Bir başbakanın ağzından çıktığında, demokrasinin askıya alındığının ilamı olarak algılanabilecek, “Taraf olmayan, bertaraf olur” tehdidine boyun eğerek, basın her geçen gün gerçeğe değil, daha fazla devlete/hükümete taraf oluyor. Hassasiyetleri biliyor.
Böyle bir ortamda Radikal gazetesinin işlevi, rövanşist duyguların tahrik edilmesi, ‘taraf olunması’, polisin veya hükümetin doğrusunun alelacele ve sorgusuz sualsiz kabul edilmesi mi olmalıdır?
Bunu yapan yeteri sayıda gazete, televizyon ve radyo var. İki ateş arasında kalarak ölmüş sivil insanların hangi tüfekten çıkan kurşunla ölmüş olduğuna mutlak bir anlam yükleyerek ve bunu Meclis’e girme kararı alınmasıyla aynı düzlemde, sanki aynı denklemin değişkenleriymiş gibi sunarak, akla mı hitap edilir, rövanşist tutkular mı tetiklenir? ‘Nereden gelirse gelsin’ şiddet mi teşhir edilmiş olunur, yoksa 1990’lardan iyi bildiğimiz, bugün de KCK operasyonu adı altında yürütülen, hâkim gücün siyasal şiddeti mi kışkırtılır? Ya da mazur görülmesi mi sağlanır? Ona zemin mi hazırlanır?
Burası soğukkanlı, heyecansız, tutkusuz insanların yaşadığı bir toplum değil. Tutku, renk, heyecan, hareket eksikliği çekmiyoruz. Tersine, derisi diri diri soyulmuş insanların hassasiyetine yakın hassasiyetlerimiz. Üzerimize üflense canımız yanıyor. Birden patlayan öfkelerin bir o kadar hızla gözyaşlarına boğulmasına alışkınız. Burada eksik olan kalbin sesini bastırmadan aklın işlemesini sağlamaktır.
Bu ise iki ateş arasında kalıp annesinin karnında bir bebeğin ölmüş olmasına karşı duyulan haklı isyan ve öfkenin, her şeye rağmen şiddet ve savaşın siyasal alanı bütünüyle işgal etmemesi için var güçleriyle uğraşanlara yöneltilmesi demek değildir.
Tam tersine, eksiklerini, hatalarını dile getirmekten geri kalmadan, bu çabayı verenlerin sırtındaki yükü elden geldiğince hafifletmektir. Ağırlaştırmak değil. 

Radikal misyona ihtiyaç var
Eyüp Can, yerinde bir tespitle, esas olarak propaganda savaşının Türkiye’de böldüğünü belirtiyordu. Radikal’in perşembe günkü manşeti, maalesef bu savaşın bir parçasıydı.
Türkiye’de Radikal gazetesinin yayımlanmaya başladığından beri iyi kötü yerine getirmeye çalıştığı bu misyona bugün çok daha fazla ihtiyaç var. Başbakan’ın verdiği, Öcalan’ın akrabalarıyla görüşmeye devam ettiği bilgisinin doğruluğunun hemen araştırılmasına; Kürt siyasal hareketi içindeki tartışmaları, yaşanan gelgitleri, içerden ve dışardan gelen baskıların okuyuculara tarafsız bir gözle aktarılmasına, polis kaynaklarına gözü kapalı inanıp, o an ortada olmayan kriminal rapordan hareketle siyasal denklem kurulmasından daha fazla ihtiyacımız var.
Medyada diğerini yapan, hissiyatları kaşıyan, akıl tutulmasına çanak tutan çok var. Radikal de diğerlerinin arasında yer alırsa varlık nedenini yitirmiş olmaz mı?