Son dönemlerde Kürt sorununa ilişkin kimi önemli gelişmeler yaşandı.

MİT-PKK görüşmeleri ortaya çıktı. Kürt siyasetçiler, bu görüşmelerin arka planı ve anlamıyla ilgili pek çok açıklama yaptılar. Başbakan, kendi açısından bu görüşmeleri teyit etti ve görüşmelere verdiği anlamı ima eden sözler sarfetti...

Bu yeni gelişmeler, özellikle "görüşme" meselesi, Kürt sorunu açısından içinde bulunduğumuz safhayı anlamak için önemli veriler sunuyor.

Baştan gidelim...

Başbakan Tayyip Erdoğan ve ekibinin Kürt sorununda geldiği "aşamanın sınırlarını" az çok biliyor, görüyoruz.

Siyasi irade, genel bir demokratikleşme çerçevesinde Kürtlerin kimlik haklarını bireysel bazda kullanacağı, kültürel kimliğin önündeki sembolik engellerin kaldırılacağı, bunlar üzerinden ve ayrıca hizmet ve siyaset mekanizmasıyla "entegrasyon"un sağlanacağı bir modeli hedefliyor... Özerklik, kolektif haklar, resmi muhatap tanımı ise, şu aşamada AK Parti'nin oldukça uzağında bulunuyor, bu partinin geldiği sınırları kat kat aşıyor.

Peki, bu durumda, MİT-PKK görüşmeleri, İmralı-devlet görüşmeleri nereye oturuyor?

Dikkatli bakıldığı takdirde, özellikle hükümet açısından bu görüşmelerin Kürt sorununun çözümü etrafında özerklik ve statü gibi konuları ele alan görüşmeler olmaktan çok, PKK'nın silah bırakmasına yönelik temaslar olduğu ortadadır.

Nitekim görüşmelerin kopması, PKK'nın tekrar silaha sarılması da bu nedenlerle meydana gelmiştir. Kendi açıklamalarına göre Kürt tarafı muhatap alınmayı, Öcalan'ın koşullarının iyileştirilmesini, statü meselesine el atılmasını beklerken, bunlar olmadıkça, görüşmeleri bir oyalama ve tasfiye niyeti olarak yorumlamış ve tekrar silaha sarılmıştır.

Hükümetin tavrı da bu çerçevede daha da sertleşmiştir. Başbakan görüşme kanallarını kapatmaya, güvenlik yapısını yapısal olarak pekiştirmeye, şiddete tepkiyle yanıt vermeye karar vermiştir...

Başbakan'ın Makedonya yolunda sarfettiği, "avukatların İmralı'dan getirdikleri bilgiler şimdi kesildi; Çünkü bölücü terör örgütü, lideri Öcalan ile görüşemiyor. İmralı'da sadece birinci derece yakınların görüşülmesine izin veriliyor..." sözleri bu açıdan açıklayıcıdır.

Bu noktada tespit olarak şu hususların altını çizmek gerek:

- Kürt meselesinde epey yol alınmıştır. Kamuoyu dahi PKK ile görüşmelere tepki vermeyecek bir olgunluğa ulaşmıştır.

- Hükümet son derece önemli bir yol almış, "inkar"dan "ikrar"a geçmesinin ötesinde temel hak ve özgürlükler alanını özellikle bu sorunun çözümüne yönelik olarak genişletmiştir, 2006'dan itibaren Öcalan ve PKK'yla silahların bırakılması konusunda temas kurmuş ve görüşmelere başlamıştır.

- Bununla birlikte hükümetin durduğu nokta ile Kürt siyasi hareketinin talepleri arasında ciddi bir uçurum bulunmaktadır. Özellikle hükümetin, PKK ile görüşmelerinden beklentisiyle PKK'nın bu görüşmelere verdiği ya da vermek istediği anlamın arasında devasa farklar vardır. AK Parti hükümeti PKK ile Kürt sorunu arasında özdeşlik kurmaktan, bu sorunu PKK'yla çözmekten, dahası Kürt sorununu PKK'nın tekeline bırakmaktan çok uzaktır.

- Hükümetin siyasi görüşmelerinden kastettiği ise bugün itibariyle siyasi partilerle görüşmeler olduğu anlaşılmaktadır, ayrıca bu sorunun tanımı, derinliği ve çok taraflı niteliği çözülmesi için "siyasi taraflara ve siyasete" anlam yüklediği ortadadır.

Peki ne olacak?

Çatışmanın daha çok su kaldıracağını varsayabiliriz.

Şiddet sürdükçe, örneğin Güneydoğu'daki illerde "KCK'nın öz savunma birlikleri" kent cinayetleri işlemeye devam ettikçe, operasyonlar da devam edecek; operasyonlar devam ettikçe bu tür şiddet eylemleri artacak gibi görünmektedir...

Peki ne olmalı?

İki çıkış yolu var:

İlki silahların susması için tekrar söz konusu görüşmelere başlanması ve bunun koşullarının oluşturulmasıdır.

İkincisi parlamentoda, siyasi alanda, özellikle anayasa hazırlığı çerçevesinde Kürt sorununun daha kalıcı bir çözüme kavuşması için tüm imkânların kullanılmasıdır.

Hemen belirtelim, bu yollarda yürünebilmesi için, yanıtlanması gereken iki de soru bulunuyor ve bu sorular gerek siyasi gerek fikri olarak meselesinin özünü oluşturuyor.

İlk soru: Kürt sorunu ve Kürtleri temsil eden asli güç PKK mıdır? Ya da Kürt siyasi hareketi Kürt uluslaşmasının tek taşıyıcısı mıdır?

İkinci soru: Demokratik çözüm için devlet ve Kürt siyasi hareketi arasında müzakere yapılması yeterli midir? Yoksa demokratik çözüm aynı zamanda, hatta belki daha çok, müzakere edilen sorun ve alanın demokratik niteliğinin nasıl korunacağı meselesi midir?

Türkiye bunları daha çok tartışacak...

Başbakanın ve Kürt hareketinin eşik atlamaları bu tartışmaya bağlı olacaktır.

Şimdilik şunu söyleyelim:

Mesele PKK'yla masaya oturmaktan ibaret değildir, demokratik çözüm bu kadar basit hiç değildir.

***

Kürt sorununun dinamiklerinin algılanmasında, bu soruna bakışın demokratikleşmesine önemli katkıları olan Hasan Cemal'in, içinde bulunduğumuz aşamayı ele alan yeni bir kitabı yayınlandı. Yarın bu kitabı, bu kitap çerçevesinde yukarıdaki soruları ele alacağız...