11 Aralık 2021 Cumartesi günü işveren temsilcileri Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’yle bir toplantı yaptı. TOBB başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun Anadolu Ajansı’na verdiği demece göre, toplantı da ekonomik büyüme modeliyle ilgili bilgi birkaç slayttan ibaretmiş!

Buna rağmen, toplantı 7 saate yakın sürmüş; işveren temsilcileri de toplantıdan çok memnun ayrılmış. T24 ve BloomberHT haber portallarına yansıyan memnuniyet ifadelerinden birkaçı şöyle:

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Başkanı Nail Olpak: “İhtiyacımız olan ilaç gibi bir toplantı gerçekleştirdik.”

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği Genel Başkanı Mahmut Asmalı: “Bakan beyin çok net ve anlaşılır ifadeleri son derece önemli.”

Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı İsmail Gülle: Son derece içimiz ve gönlümüz rahat bir toplantı çıkışındayız.” 

Bu memnuniyet ifadeleri dillendirilirken ekonominin durumuyla ilgili manzara nedir? Türkiye'nin kredi temerrüt risk primi (CDS) 500 baz puan üzerinde; 10 yıllık tahvil faizi de yüzde 21’in üstünde. Merkez Bankası Aralık başından bu yana döviz piyasasına 4 kez satış müdahalesi yapmış ve kur buna rağmen yükselmeye devam ediyor.

Gıda ve temel ihtiyaç maddeleri fiyatları başta olmak üzere, enflasyon her gün artıyor. Geçim sıkıntısı ve yoksullaşma çoğunluğun haklı şikâyet konusu.

Deutsche Bank, bundan sonraki 3-4 aylık dönemin sonunda, politika faizinin yüzde 25’e çıkacağını tahmin ediyor; AKP rejimine iltimaslı yaklaşımıyla bilinen piyasa yapıcılarından birisi, İsviçre kökenli UBS bankası, artık TL’yle ilgili rapor yayınlamayacağını duyuruyor.

Manzara bu iken, ‘işveren temsilcileri taze bakan Nebati ’den niye bu kadar etkilenmişler’ diye sormadan edemiyor insan. Bu sorunun yanıtı kısmen toplantının içeriği hakkında sızan ayrıntılarla, kısmen de hazırlığı yapılan OHAL rejimiyle ilgili.

İşveren bakan Nebati sınıfdaşlarına neler vaat ediyor?

Herkesin malumudur veya olsa gerekir: Türkiye hükümeti bağrında en çok işveren barındıran bir hükümettir. Ek olarak, hükümet ve Saray bürokrasisi içinde şirketlere danışmanlık hizmeti veren ve/veya yönetim kurulu üyeliği yapanların sayısı da çok kabarık. Yani Türkiye şirket devleti (corporate state) diye bilinen modele en yakın ülkelerden birisi. Bu modelde, kurumsal etik, çıkar çelişkisinden sakınma, kamu alanına eşit erişim imkânları gibi normlar modası geçmiş ayak bağları olarak değerlendirilir.

 

İşverenlerin bakan Nebati’nin toplantısında büyülenmelerinin bir nedeni bakanla sınıfdaşlıkları olsa gerek. Burada hem kültürel yakınlık hem de maddi çıkar ortaklığı söz konusu. Bu iki harç malzemesi doğal olarak işverenlerin ‘içini’ ve ‘gönlünü’ rahatlatmıştır diyebiliriz.

Ama bu tek, hatta en önemli neden değildir. Esas önemli neden, bakan Nebati’nin işveren taleplerine açık olması, bu talepleri çok dikkatli bir şekilde not etmesi, ve bu taleplerin yerine getirilmesi için söz vermesi. Bu nedenle, Hisarcıklıoğlu’nun kanaati “Sayın bakanımızım tüm sorunlarımızla ilgileneceği ve çözüm odaklı çalışacağı” doğrultusunda.

Öyle anlaşılıyor ki, işverenlerin bir kısmı “ham madde fiyatlarındaki artış, medikal firmaların ödemeleri, kamuya iş yapan firmaların durumu, alacakları, KDV alacakları” gibi konuları gündeme getirmiş. Bunlara ek olarak, kamu-özel işbirliği modeliyle kurulan altyapı ve sağlık şirketlerine dövizle yapılan ödemelerin aksatılmaması konusu da var. Tahmin edilebileceği gibi, işverenlerin isteği devletin kaynak dağıtımında bu konulara öncelik verilmesi.

Diğer işverenler “mevcut kazanımlardan geri gidilmemesinin önemine” vurgu yapmışlar. Yani sermaye hareketleri kısıtlanmasın, döviz mevcudiyeti ve kullanımı konusunda kısıtlama olmasın, piyasa ekonomisine bağlılık konusunda belirsizlik olmasın istemi. MÜSİAD kaynaklı bir istem de şöyle: “kur mutlaka ihracatçıyı özendirmeli” ama aynı zamanda “öngörülebilir olmalı." Yani ucuz paraya dayalı neo-merkantilizm olsun, ama paranın ucuzlama seyri daha az dalgalı olsun. Bu aynı zamanda İhracatçılar Meclisi’nin de istemi.

İstanbul Ticaret Odası “üretim ve ihracat ağırlıklı” politikadan duyulan memnuniyeti dile getirirken, Ankara Ticaret Odası küçük ve orta-boy işletmelere (KOBİ’lere) destek verilmesinin önemine işaret etmiş. Öyle anlaşılıyor ki, tüccarlar ihracat ağırlıklı politikayı beğenmişler ama ihracat yapmak için daha çok devlet desteğine gerek olduğunu dile getirmişler.

Bu bilgiler ışığında, işverenlerin toplantıdan memnun ayrılmalarıyla ilgili iki genelleme yapabiliriz. Birincisi, rant-biat ilişkisine dayalı ekonomi modelinden iyi nemalandılar ve bu modelin neo-merkantilist versiyonunda yeni fırsatlar çıkacağını hesaplıyorlar. Toplantıya katılan ama toplantı sonrasında sessiz kalan TÜSİAD da bu oyunu kabul etmişe benziyor.

İkincisi, yeni bakan Nebati’nin ‘demokrasi’ derdi yok ve bu rejimin AİHM dahil her türlü uluslararası norm ve taahhüde uymayacağını ilan etmesiyle çakışıyor. Diğer bir deyişle, işverenler krizin ağırlaşmasıyla birlikte OHAL rejimine doğru bir gidişin sinyallerini okudular ve pozisyonlarını buna göre alıyorlar. OHAL rejimine doğru gidiş, yandaş işverenleri sevindirmiş, TÜSİAD gibi hafif eleştirel olanları ise sessizleştirmiştir.

Bu iki vektörün ortancası olarak ortaya çıkan sonuç şu şekilde özetlenebilir: AKP rejiminin neo-merkantilist bir ekonomi modelini konsolide etmek için demokrasiye ve hak mücadelesine karşı yeni saldırılar yapmasını beklemeliyiz. Pazarlanmaya başlanan OHAL rejimi bu tür saldırıların önündeki cılız hukuksal engelleri bile kaldırmayı amaçlamaktadır.

OHAL altındaki neo-merkantilist birikim modelinin amacı, ücretleri düşük tutmaya ve iç talebi kısmaya dayalı üretimi ve ihracatı arttırmaktır. Bu ekonomi modelinde, siyasi otorite veya rantçı girişimcilerin neden olacağı ekonomik, siyasi, askeri ve ekolojik felaketler artar. Felaket kapitalizmi analizine uygun olarak, AKP rejiminin hesabı bu felaketleri (ihale, yatırım, satın-alım, vs. yoluyla) işverenler için fırsat haline getirme karşılığında işverenlerden biat-destek elde etmektir. Öyle görülüyor ki, işverenlerin kalabalık bir kısmı bu oyuna tav olduklarını belli etmektedir.

Bu tehlikeli gidişe karşı itiraz hala mümkündür. Kürt-ilerici-demokrat-çevreci-feminist-sosyalist muhalefetin bileşenleri tehlikenin farkındadır ve buna karşı ortak mücadelenin gereğini kabul etmektedir. Ama tehlikenin niteliğine uygun bir güç birliği modelinin ortaya çıktığını söylemek maalesef güç. Yerelde ve aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen bu tür bir güç birliği modeli geliştirmek hala mümkün.

Bu güç birliğinin yalnızca Kürt-ilerici-demokrat-çevreci-feminist-sosyalist muhalefetin bileşenleriyle sınırlı kalmaması gerekiyor. Bu tür bir sınırlama, rejimin güç birliğini çabuk izole etmesine ve izole ettikçe saldırı dozunu arttırmasına neden olur. Bunu önlemenin bir yolu, Kürt-ilerici-demokrat-çevreci-feminist-sosyalist muhalefetin kapsayıcı ve somut demokratik taleplere dayalı bir söylem ve hareket tarzı geliştirmesidir. Diğeri, başta CHP ve ekonomik/politik gidişten memnun olmayan herkesin bu güç birliğine katılması, sahip çıkması, yaygınlaştırması ve meşrulaştırmasıdır. Bu iki yol birleşirse, giderek yaygınlaşan ve etkinleşen bir ret cephesinin oluşması ve AKP rejiminin nemalı yandaşlardan oluşan çekirdek desteğinin meşruiyet kaynağı olmaktan çıkarılması mümkündür.

_________________

*Mehmet Uğur

Ekonomi ve Kurumlar Profesörü

Greenwich Üniversitesi, Ekonomi Politik Araştırmaları Merkezi