HDP Milletvekili Oya Ersoy, Meclis’te Öğretmenlik Meslek Kanunu görüşülürken AKP rejiminin eğitim alanında yaptığı tahribatı eleştirdi. Eleştirisinin bir bölümünde rejimin uygulamalarını gericilik olarak tanımladı ve şunları ekledi: "Size neden gerici diyoruz biliyor musunuz? Çünkü sizler 500 yıl geride kalmış Osmanlı'yı, 1500 yıl geride kalmış din esaslı toplum düzenini yeniden hortlatmaya çalışıyorsunuz. Biz kadınlar özgür olabileceğimizi öğrendik ve ne 500 yıl ne de 1500 yıl öncesine gitmeye niyetimiz yok.”

Otoriteryen rejim temsilcilerinin ve medyadaki borazanlarının Oya Ersoy’un söylediklerinden rahatsız olacağını tahmin etmek zor değildi. Ama pek tahmin edemeyeceğim bazı tepkiler manşetlere oturunca hem şaşırdım hem de üzüldüm. Üzüntümün nedeni, Oya Ersoy’a yöneltilen eleştirilerin AKP rejimiyle sorunu olan, insan haklarından yana tavır alan, dindar kişiliklerden gelmesi. Bu üzücüdür ama buna karşı politik ve etik eleştiriler hâlihazırda dile getirildiği için, olayın başka yönlerine bakmakta yarar var.

Önce iki saptama. Birincisi, muhalif Müslümanların aidiyet kaynağı olan dine yönelik eleştirilerden rahatsız olmayı bir yana bırakmaları gerekiyor. İkincisi, iktidara geldiği her yerde tepeden aşağıya örgütlenmiş bir baskı ve yolsuzluk rejimi kuran ve bunu aidiyet dini vasıtasıyla meşrulaştıran siyasal İslam’ın dine bir itikat kaynağı olarak yaklaşan dindarları neden hep marjinalize ettiğini araştırmaları gerekiyor.

Dinin aidiyet ve itikat boyutları

Teolojist değilim. Dine dair iki bilgi kaynağım var: Arap Alevi kültürü ve Marx. Birinci kaynaktan, azınlıkta olan bir inanç toplumunun varoluşu için dinin neden önemli olduğunu öğrendim. Buna ek olarak, ayırımcılığın nasıl tecelli ettiğini hem dinledim hem de yaşadım. Bu kaynaktan edindiğim bilgiler önemli, ama bana özgü olduğu için bende saklı.

Bununla birlikte, Alevi din kültüründen Marx’ı farklı bir gözle okuma gereğini öğrendim. Marx’ın kısmen klişeleştirilmiş ‘din insanların afyonudur’ sözünün arka planını daha çok merak ettim. 1970’lerdeki yoldaşlarımdan farklı olarak, afyon benzetmesinden çok, Marx’ın şu iki önermesinin önemli olduğunu düşündüm.

Birincisi, “Din ezilen yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur.” Bu önermeden anladığım şu oldu: din, acımasız bir dünyada kendini idame ettirme ısrar ve inadına sahip olan insanın bir keşfidir. Bu anlamda, insanın dinle ilişkisi ekonomik/politik güç sahiplerinin dini bir iktidar ve meşruiyet aracı olarak kullanmasından önce başlar. Bu yorumum Marx’ın dinle ilgili ikinci önermesiyle de uyumlu: dini insan yapar, ama din insanı insan yapmaz.

Dinin insanı insan yapmadığının kanıtları hem Marx’ın hem de Bourdieu’nün yazılarında vardır. Bu nedenle ikisinin vardığı sonuç aşağı yukarı şöyledir: Bir yandan, din adamları (örneğin Hristiyanlık’ta kilise erbabı, İslam’da ücretli din erbabı ve devlet kurumları) kendi statülerini güçlendirmek ve dinin cazibesini arttırmak için ekonomik/politik/askeri güç sahipleriyle iş birliği yapar. Diğer yandan, ekonomik/politik/askeri güç sahipleri dini kendi iktidarlarını meşrulaştıran bir araç olarak kullanır.

Bu dinamik ilişki içinde, acımasız dünyanın kalbi olarak keşfedilen din bir itikat sistemi olmaktan çıkar ve bir aidiyet sistemi haline evrilir. Aidiyet dinine doğru evrim geçiren beş dünya dininin (Hristiyanlık, İslam, Yahudilik, Hinduizm ve Budizm) ekonomik/sosyal güç eşitsizliklerinin ve bu eşitsizliklerin üstüne oturan politik otoriter güç yapılarının meşrulaştırılmasında ve yeniden üretilmesinde rol üstlenmesi bundandır.

Genelleme yaparken ortaya çıkabilecek hata payını dikkate almakla birlikte, felsefede ve sosyal bilimlerde dinle ilgili yapılan çalışmaların Marx’ın analiz çerçevesini ne aştığını ne de yanlışladığını söyleyebilirim. Kalpsiz bir dünyada insanın dini keşfetmesi insani bir edimdir; ama insanın birçok keşfi gibi, dinin beklenmeyen sonuçlar üretmesi mümkündür. Dinin ürettiği beklenmeyen sonuçlar, dinin itikat dininden çıkıp aidiyet dini haline gelmesiyle artar, dinin belirleyici karakteri haline gelir. Yani, aidiyet dini kalpsiz dünyanın efendilerinin elinde bir güç biriktirme ve rıza üretme aracı haline gelir.

Dolaylısıyla, Oya Ersoy’un yaptığı eleştiriden aidiyet (modern deyimiyle, kimlik) kaygısı nedeniyle rahatsız olan muhalif Müslümanların dikkatli olmalarında yarar var. Dinin itikat ve aidiyet boyutlarını karıştırmaları, onların aidiyet dinini silah olarak kullanan AKP rejimine yönelik eleştirilerini etkisiz kılar. Bununla kalmaz, hem başkalarının itikadına saygılı hem de aidiyet dininin ceberut uygulamalarını eleştiren dostlarına haksızlık etmiş olurlar.

Onları bu yanlışa sürükleyen bazı etmenleri anlamak mümkün. Onların itikat ve aidiyet dini arasında ayırım yapmamalarının bir nedeni, modernleşmeci din analizini yanlış okumaları. Pozitivizm, oryantalizm, vs. türleriyle, modernleşmeci din analizi aslında bir din eleştirisi değildir. Tam tersine, Hristiyan aidiyeti ve deneyimi için üstü örtük bir methiyedir.

Diğer neden, liberal gelenekten esinlenmiş ‘eleştirel’ kimlik/kültür çalışmaları endüstrisinin ürünlerine fazla bağımlı olmaları. Marx’la arasına mesafe koyma kaygısıyla, ‘eleştirel’ kimlik/kültür çalışmaları, dinin (özellikle İslam’ın) itikat ve aidiyet boyutlarını karıştırır; böylece aidiyet dininin neden olduğu kamusal ve özel günahları göz ardı eder. Bununla kalmaz, aidiyet dini söylemini (özellikle bunun siyasal İslam türevlerini) laiklik-ötesi bir ‘ilericilik’ olarak kutsar!

Aidiyet dininin ekonomi politiği ve siyasal İslam

Aidiyet dinini bir araç olarak kullanan AKP rejiminin ve destekçilerinin meşrulaştırdığı bazı uygulamaları hatırlayalım. Devlet siyasal İslam ideolojisinden esinlenmiş terör örgütleriyle içeride ve dışarıda iş birliği yapmaktadır. Devlet suçu işleyenler veya bu suçlara ortak olanlar cezasız kalıyor, yolsuzluk meşrulaştırılıyor; özetle çıplak güç tek norm haline geliyor. Bunlara ek olarak, yolsuzluk, çocuk istismarı, kadına şiddet, hatta cinayet gibi suçları işleyenler aidiyet dini İslam’ı kullanarak ya cezasız kalıyor ya da hafif cezalar alıyor.

Ekonomi politik, bu tür uygulamaların hangi koşullarda daha muhtemel olduğuna ve nasıl meşrulaştırıldığına dair temel bir açıklama getirir. Bu tür uygulamalar, aidiyet dininin veya aidiyet dinine benzer bir işlev gören ideolojilerin egemen olduğu toplumlarda daha muhtemeldir. Bu yüksek ihtimal aidiyet dininin veya kolektif aidiyet mekanizması işlevi gören ideolojinin hangisi olduğundan bağımsızdır. Önemli olan, aidiyet dininin veya ideolojisinin ‘biz’ ve ’onlar’ karşıtlığına dayalı olması; bu karşıtlıkta ‘biz’in çıkarlarının birincil, ‘onlar’ın çıkar ve haklarının ikincil olmasıdır.

İslam’ın itikat ve aidiyet boyutlarını karıştıran muhalif Müslümanların gözden kaçırdığı nokta şu: İslam’ın aidiyet dini olarak işlev gördüğü bir ülkede, İslam’ın itikat dini olarak işlev görme ihtimali azalır. Bunun temel nedeni, kendilerinin de çok iyi bildiği aidiyet-rant ilişkisidir. Aidiyet-rant ilişkisi iki sonuca yol acar. Bir yandan, dine bir itikat dini olarak yönelen dindarlar giderek aidiyet dini eksenine doğru kayar. Bu kayış, aidiyet dinini kontrol eden cami/kilise, vakıf, lobi kurumları, vb. ağlar tarafından hızlandırılır. Diğer yandan, ağ-içi ve ağlar-arası bilgi temelinde, aidiyet dini mensuplarının rantlara ulaşması kolaylaşır.

Ekonomi-politik analiz, aidiyet dininin daha az toplumsal refaha; yani daha düşük ekonomik büyümeye, daha çok eşitsizliğe ve daha az demokrasiye neden olacağını belirtir. Farklı dinlerin göreli etkileri karşılaştırıldığında, İslam aidiyetinin belirgin olduğu ülkelerde (yani İslam’ın devletin resmi dini olduğu veya İslami din eğitiminin zorunlu olduğu veya dini kurumların devlet bütçesinden fonlandığı ülkelerde) dinin olumsuz etkileri daha belirgindir. Bu etkiler çoğu zaman petrol veya benzeri doğal kaynaklarla ilgili rantların olumsuz etkileri dikkate alındığında bile istatiksel anlamını kaybetmiyor. Ayrıca, etnik farklılıkların belirgin olduğu Müslüman ülkelerde aidiyet dini ve devletin dini yönetmesi / regüle etmesi daha olumsuz etkilere yol açmaktadır. Son olarak, İslam’la eşitlik ve demokrasi arasındaki ters ilişkinin kökeninde patriarkinin olduğunu gösteren kanıtlar da mevcut.

Bu bulgular şaşırtıcı değildir. Din bir itikat sistemi olmaktan çıkıp bir aidiyet sistemine evrildikçe, ‘aidiyet kartı’nın anlamlı olması için yalnızca hamaset yetmez. Buna ek olarak; aidiyet-rant ilişkisi gereğince rant dağıtımı gerekir. Bu rantlar bir yandan üretkenlik kapasitesini zayıflatırken, diğer yandan eşitsizlik yaratır. Aidiyet kartına sahip ama dağıtımdan memnun olmayanlar her zaman olacaktır, ama onların önceliği rantların kaldırılması değil, dağıtım formülünün değişmesidir. Dolaylısıyla, aidiyet dini mensupları demokrasi talebi yapmaz. Onun yerine, tarikat, vakıf, cemaat, vs. şeklinde örgütlenip aidiyet biletinin getirisini arttırmaya çalışır. Dini yöneten / regüle eden rejim de bu taleplere karşı hassastır. Gülen hareketiyle ilgili olarak söylenen ‘her istediklerini verdik’ sözü; diğer cemaatlerin ihalelerden ve devlet fonlarından tutun her türlü istihdam imkânına öncelikli erişimi bunun göstergeleridir.

Durum buysa, demokrasi ve insan hakları konusunda kaygılı olan muhalif Müslümanlar için iki sonuç ortaya çıkıyor. Birincisi, aidiyet dininin cezbine kapılıp rant arayıcısı haline gelen ve çoğu zaman devletin kirli entrikalarında piyon olarak kullanılan aidiyet dini dindarlarına ‘gerici’ denmesine kızmayı bıraksınlar. İkincisi, aidiyet dindarlarına yöneltilebilecek haklı eleştirilere ‘ideolojik tutuculuk’, ‘İslam hakkında bilgisizlik’, vb. suçlamalar yönelterek, aidiyet dininin değirmenine su taşımasınlar. Bu tür ‘sinyallerin’, aidiyet dininin cazibesine kapılan dindarlar arasında itikat dinine ‘geri dönüş’ talebi yaratacağına dair veri yok. Böylesi bir talep, ancak aidiyet dininin toplum hayatında önemli bir belirleyici olmaktan çıkmasıyla, dolayısıyla aidiyet diniyle birlikte gelen rant potansiyelinin kurumasıyla oluşur.

İlericiler ve solcular aidiyet dininin aidiyet-rant dinamiğinin neden olduğu toplumsal yozlaşma, ayırımcılık ve düşmanlaştırma yerine, adalet, özgürlük ve eşitlik talep ediyor. Bu talepler, dinle ilişkisi itikat temelinde olan dindarların da çıkarınadır. Bu nedenle, demokrasi ve insan hakları kaygısı olan muhalif Müslümanlar için şu önerileri yapmak mümkün:

  • Aidiyet dindarlarıyla farklılıklarını daha açık ve yüksek sesle dile getirebilirler. Dinin devlet eliyle örgütlenmesine karşı çıkabilir; devletin her dine karşı eşit muamele göstermesini talep edebilirler.
  • Alevilerin vergileriyle finanse edilen Sünni din kurumlarının yetim hakki yediğini daha yüksek bir sesle dile getirebilirler.
  • Dindarların özgürlüğünün dindar olmayanların özgürlüğünden daha değerli olmadığını açıkça ifade edebilirler.

______________

Dinin ekonomi politiğiyle ilgili bazı referanslar;

Ben-Nun Bloom, P., & Arikan, G. (2013). Religion and support for democracy: A cross-national test of the mediating mechanisms (Din ve demokrasi için destek: Etki taşıyan mekanizmalarla ilgili ülkeler arası bir test). British Journal of Political Science43(2), 375-397.

Fish, M. (2002). Islam and authoritarianism (İslam ve otoriteryenizm). World Politics, 55(1), 4-37.

McCleary, R. M., & Barro, R. J. (2006). Religion and economy (Din ve ekonomi). Journal of Economic Perspectives20(2), s. 49-72.

McCleary, R. M., & Barro, R. J. (2006). Religion and political economy in an international panel (Uluslararası ülke panelinde din ve ekonomi politik). Journal for the Scientific Study of Religion45(2), s. 149-175.

Potrafke, N. (2012). Islam and democracy (Islam ve demokrasi). Public Choice151(1-2), 185-192.

Solt, F., Habel, P., & Grant, J. T. (2011). Economic inequality, relative power, and religiosity (Ekonomik eşitsizlik, göreli güç ve dindarlık). Social Science Quarterly92(2), 447-465.

Wiseman, T., & Young, A. T. (2013). Religion: productive or unproductive (Din: üretken mi, değil mi)?. Journal of Institutional Economics, 10(1), s. 21-45.

______________

Mehmet Uğur

Ekonomi ve Kurumlar Profesörü

Greenwich Üniversitesi