Tekil yurttaşlarımızın görüş ve duygularını dile getirirken ne kadar uçlara savrulduklarını, ne kadar radikal ve empatiden yoksun önermelerde bulunduklarına şahit olmuşsunuzdur. Umutsuzluğa kapılmak işten değildir. Ama kolektif olarak bu toplumun inanılmaz bir sağduyusu vardır. Eğer bunu görüp umut tazelemek mümkün olmasa herhalde çok karamsar bir ülke olurduk.
Böylesine bir gelgiti geçenlerde Uludere bombalaması sonrasında bir TV kanalına gelen izleyici iletilerini okuyunca yaşadım. Bombalananların terörist değil de kaçakçı olduğu ortaya çıktıktan sonra aynen şu mealde iletiler geldi: "Kim bunlar? Kaçakçı değil mi? Cezalarını bulmuşlar, başka ne olacaktı?"

Hukuk?

Bu düşünce tarzı kimimizin hukuk anlayışından ne kadar uzak olduğunu açık ediyor. Resmen yasada belli olan bir suçu işleyenlerin yargılanmadan infazı savunuluyor. Diğer taraftan, "cezanın suç ile orantılı olması" ilkesi hiçe sayılıyor. Ceza yasasında uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi örgütlü suç kapsamına giren kaçakçılık cürümlerinin cezası bir yıldan başlar ve birkaç yılı geçmez. O halde yargısız ve ölümle sonuçlanacak bir cezayı reva görmek hukuki değil intikamcı bir tutumdur. Bu kadar mı birbirimizden nefret ediyoruz?
İkincisi bu insanlar yaşayabilmek, gençler ise (ölen kaçakçıların önemli bir kısmı okul çağındaki çocuklardı) okula gidebilmek için gereksindikleri geliri elde etmek için sınır aşırı ticarete kalkıyorlar. Onlara daha kolay ve yasal bir geçim kaynağı sunmadan küçük çaplı kaçakçılık yapmaları böylesine katı bir anlayışsızlıkla karşılanabilir mi? Nitekim bombalamanın ertesi günü yine kafileler aynı yoldan kaçağa gittiler, gidiyorlar. O halde bu kadar intikamcı önermeler nasıl dile getirilebiliyor? Sınır boyunda yaşayan insanlarımıza hayat hakkı tanımayacak kadar düşmanca mı bakıyoruz?

Geçim kaynağı

Şöyle düşünelim: Yörenizde tek fabrika yok, arazi dağlık ve yaygın tarıma uygun değil. Hayvancılık güvenlik nedeniyle ya yasaklanmış ya da yapılamaz hale gelmiş. Yapay olarak çizilmiş sınırın öteki tarafında akrabalarınız var ve karşıdan ucuza elde edilen şeylerin bu yakada satılmasından elde edilebilecek gelir bir aileyi geçindirecek düzeyde. Aç kalmamak, namerde muhtaç olmamak için ne yaparsınız? Hele siz devletten yana çıkmış ve koruculuk yaparak sadakatinizi de kanıtlamışsanız? Oradaki güvenlik güçlerinin hoşgörüsünden yararlanacağınızı da bilirsiniz. Zaten yerel otoriteler kaçakçılığın o yörelerde başat gelir kaynağı olduğunu bildiklerinden buna sistematik olarak izin vermektedirler. Vermek de zorundadırlar.
Nedir kaçak(çılık)? İyi yönetilemeyen ticarettir. Engellenemeyen ticaretin yasallaştırılması için kanalların (sınır kapılarının) açılması, kuralının konulması ve gelirin vergilendirilmesi gibi zorunlulukların yerine getirilmemesi durumunda kaçakçılığın olacağının bilinmesine rağmen gereken on yıllardır yapılmamıştır. Bunda lanet bürokratik atalet yanında yerel otoritelerin bu yasa-ötesi ticaretten pay aldıkları gerçeğini de unutmamak gerekir. Buralardaki insanların kaçakla geçimleri için resmi hoşgörüye olan ihtiyacı, dolayısıyla onların kontrolü olgusu da cabası.
Uludere'de ve tüm sınırlarımız boyunda süren ve Cumhuriyet kurulduğundan beri devam eden yasallaştırılmamış ticaret binlerce ailenin geçimini sağlıyor. Bu aileleri karşısına almamak için hükümet kaçağa izin veriyor. O da olmazsa bu aileler ve çocukları, kimsenin şüphesi olmasın, onlara yaşam olanakları sunamayan düzene karşı savaşacaklar. Yani kaçakçılık aynı zamanda bir siyasal emniyet supabı.
Bizde kaçağın büyüğü katır sırtında değil uçaklarla, TIR'larla yapılıyor ve getirisi büyük çaplı. Hiçbir ülkede resmi ortakları olmasa büyük çaplı kaçakçılık yapılmaz. Avrupa pazarına ulaşan uyuşturucunun %80'i Türkiye'den geçiyor ve bu miktar senelerdir değişmiyor. Kimse bu kaçakçılığı yapanları asmıyor veya havaya uçurmuyor. Yakalananlar da zavallı şoförler ve aracılar. Asıl patronları ve resmi ortakları ortada görünmüyor ve yakalanmıyor. Durum böyleyken hayatta kalabilmek için başka bir geçim kaynağı sunamadığımız insanların sırf kaçakçı oldukları için bombalarla öldürülmelerini onaylamak nasıl bir yurttaşlık ve insanlık anlayışıdır? Yoksa onlar başka (bizden) olmadıkları için mi bu kadar hınç duyuyoruz. Eğer öyleyse biz onlarla nasıl aynı siyasal çatı altında yaşayacağız? Yaşayabilir miyiz?