Yapılan araştırmalara göre kadınlar erkeklerden daha fazla polisiyeye meraklıymış; izler, okur ama erkekler kadar cinayet işlemezlermiş.

Benim gözlemlediğim bir başka şey ise bizim seyircimiz çok fazla polisiye seyrediyor ama senaristlerimiz polisiye hikaye yazamıyor.

Çok fazla polisiye yazan romancımız da yok. Onun nedeni belki de benim cahilliğim bilemedim.

Bu sene televizyon kanallarında başlayan dizilerin çoğunun kurgusunda bir cinayet vakası var. Seyirci dijital kanallar yüzünden en iyilerine alışık olduğu için pek yüz vermiyor bizim senaristlerin hikayelerine. Buna en iyi örnek Yargı dizisi. Savcı, avukat, hakim başroldeler ama tipik diğer hikayelerin kahramanları gibi entrika, dalavere peşindeler. Yani halleri avam, e diyeceksiniz ki bu da bizim polisiyemiz. Onu bilmem. Ama aynı mahkeme salonunda birbirine düşman savcı, hakim, avukat yan yana gelir mi? Gelse mahkeme salonunu, mahallenin çeşme başına döndürür mü? Bilemem. Hiç mahkemelik işim olmadım. Hakim, savcı tanıdığım yok. Hepsini filmlerde görüyorum. Bir avukat, kendi kardeşini öldürmekle suçlanan birini savunur mu? Yasalarda bunun yeri var mı? Onu da bilmiyorum. Ama benim seyrettiğim filmlerde, en küçük dahli olan kişiyi, olayı etkilemesin diye derhal soruşturmadan uzaklaştırıyorlar.

En iyi dizi Yalancı dizisi, onun da senaryosu uyarlama. Fakat sadece konusu değil görselleri de çok güzel dizinin. O yüzden “diziyi kim çekmiş, fakat kesin uyarlamadır”, diye baktım internetten. Hislerimde yanılmamışım.

Ancak yönetmenin ve oyuncuların eline sağlık, zaten her zaman oyuncuların eline sağlık. Çünkü onlarda senaryo kötü olmadıkça hiç sorun olmuyor.

Benim yazmama sebep olan dizi ise yine yabancı bir hikaye. Netflix’te oynayan Kestane Adam dizisi. Altı bölüm çekilmiş. Mini dizi mi yoksa devamı gelecek mi? Bilmiyorum. Ancak sonunda polislerin olayı kapatmak için tutukladıkları şizofren genç serbest bırakıldı. Belki de yeni sezonda insanların başına o bela olacak.

Hikayenin kurgusunda anneleri öldüren bir katil ve kızı kaybolan politikacı bir kadın var.

Katile göre bir annenin önceliği çocuğunun yanında olmak. Çocuklarına eziyet eden anne babalar da katilin radarına giriyor.

Ben cinayetin kurgusundan çok insanların davranışlarına odaklandım dizi boyunca.

Politikacı olan anne Rosa Hartung hem çalıştığı parti teşkilatının insanları tarafından baskı görüyor, kızı kaçırılmış olmasına rağmen hem de kendi içinde tercih bunalımı yaşıyor.

Kadının kocası ise artık evlerindeki aile birliğinin, kızları kaçırılınca bozulduğunu düşünüyor. Evin küçük oğlu da durumdan payını almış. Yine de aralarında en metanetli, aklı başında olan o.

Toplumda gücün, iktidarın cinsiyetinin olmadığını, bu aileye baktığınızda görüyorsunuz.

Bu ailede babanın ebeveynlik hisleri daha kuvvetli, o kızının hala yaşadığına inanıyor.

Anne ise artık konunun kapatılmasını ve hayatlarının olağan akışına geri dönmelerini istiyor. İşe gitmek, kariyerinde ilerlemek gibi planları var.

O kızının öldüğüne inanıyor.

Hikayenin bir başka karakteri; cinayeti soruşturan, tek başına kızını yetiştirmeye çalışan, bunu yaparken de üvey babasından yardım alan kadın polis Naia Thulin.

Kızıyla daha fazla zaman geçirmek için bilişim bölümüne geçmek isteyen genç kadın, elindeki bu dosyayı çözmek için insanüstü bir çaba harcıyor. Duyarlı ve zeki bir kızı var. Hikayede çocukların büyüklerinden daha akıllı ve anlayışlı onduklarına dem vuruluyor. Onlar büyükleriyle daha kolay iletişim kuruyorlar. Küçük kız annesinin çok çalıştığının farkında ama kendisiyle de ilgilenen ebeveyn istiyor, o yüzden artık annesiyle yaşamak istemediğini, onunla sürekli ilgilenen büyükbabasının yanında kalmak istediğini söylüyor annesine. Ve büyükbabasıyla yaşamaya başlıyor. Annesinin ortağı ile karşılaştığında o kadar doğru sorular soruyor ki annesinin ortağını hiç tanımadığı ortaya çıkıyor.

Küçük kızın en büyük derdi bir aile ağacı yapmak. O ağaçtaki insanların çok olmasını istiyor. Henüz yolun başında olduğu için de, karşısına çıkan sevdiği tüm insanları, aile ağacına katmak istiyor.

Çocuklar ve kadınlar doğanın doğal akışının daha büyük bir parçasını temsil ediyorlar. Erkeklerin mizacı ise yine doğanın ama bozulmuş olan aklın temsilcisi.

Toprağın gökyüzünden yağan yağmura ihtiyacı olduğu gibi, kadının erkeğe ihtiyacı var, yeşermek, çiçeklenmek için, yeryüzü olmadan da bir gökyüzü olmazdı herhalde ve hepsinin yedi kat derinliği.

Bu hikayede de kahramanların derinlikleri var. Bizim senaryolarımızın ise sorunu kahramanları derinlikli yaratamıyor olmamız.

Bunun da sebebi toplum olarak kendimiz üzerinde çalışmayı henüz beceremiyor olmamızda da yatıyor olmalı.

Biz böyle konuların acemisi, travmalarıyla yaşayan, hastalıklı hallerini madalya gibi taşıyan, karakterleştiren tipleriz.

Psikiyatrı deli doktorluğu, meditasyonu, yogayı keyfe keder bir durum olarak tanımlayan insanlarız.

Şimdilik yazacaklarım bu kadar. İyi bir polisiye seyretmek istiyorsanız Kestane Adam’ı tavsiye ederim.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.