Biraz önce kardeşim bir kayıt gönderdi. Yıllar öncesinden bir ses kaydı. Anneannemin, dedemin ve annemin yaşadığı zamana ait. Anneannem katarakt ameliyatı olup bizde kalmıştı bir süre dedemle birlikte. Anneannem de benim gibi küfürbazdı, kafasını bozarsanız basardı küfrü. Gözünden ameliyat olunca başındaki beyaz tülbentin ucunu kıvırır sivri tarafıyla gözünü kaşırdı. Oysa doktor gözünü kaşımasını yasaklamıştı. Biz anneannemi kollardık. Kardeşimin kızı o zamanlar çok küçüktü, anneanne koş, annen yere tükürdü diye, ispiyonlardı büyükannesini. Gözünü kaşıdığında dedem kolunu tutar yapma derdi, o zaman basardı küfrü anneannem.

Kardeşim onlarla sohbet etmiş, anneannem şarkı söylüyor bir ara. Herhalde yine elini gözüne götürüyor, annem engel olmak isteyince annemin elini çimdikliyor. Annem çığlığı basıyor önce, sonra kahkahalarla gülüyor.

Annem gülmeye başlayınca ben ağlamaya başladım. Sesi çok canlı geliyordu. Onu o kadar net hatırladım ki öldüğünü daha çok hissettim. Şimdi hiçbiri yok. O ses bandında ne kadar neşeliler.

Bu günlerde birçok evde insanlar yakınlarını kaybettikleri için suskunlar. Cenazelerin kaldırılması bile hiç alışık olmadığımız bir halde oldu bu zamanlarda. Daha önce hiç tatmadığımız zamanlardan geçiyoruz.

Hepimiz tedirginiz. Birbirimizden korkuyoruz. Zaten yabancılaşmıştık, şimdi hayati bir ürkeklikle birbirimizden uzaklaşıyoruz.

Kadınlar ölmeye devam ediyor. Dünyanın bu halinde hala insanlar öfkeli olmaya ve birilerinin hayatına kast etmeye devam ediyor.

Daha önce okuduğum bir kitabı yeniden okuyorum. Marcus Aurelius Antoninus’un Kendime Düşünceler kitabı. Orada Antoninus diyor ki öfke ve nefret duygularına kapıldığımız zaman doğanın dışına çıkarız. Değer kaybederiz.

Haberlerde okudum bir kadın polise başvurmuş şiddet görüyorum diye. Polis evine göndermiş kadını. Mantıken şiddet görülen bir yerde bu geri dönüş şiddetle karşılık bulur. Karakol cennet bahçesi değil. Şiddet konusunda benden deneyimli olduklarına eminim. Ama her seferinde bu kadınları hep evlerine gönderiyorlar. 3 gün sonra kadın evinde ölü bulunmuş.

Kocasına kayınpederi de yardım ediyormuş bu şiddet konusunda.

Antoninus kitapları boş verin, düşünmeyi de diyor. Doğaya bakın, öğrenmeniz gereken her şeyi orada bulacaksınız.

Ben hayatım boyunca düşünüp, okudum. Yaşlanınca doğa ile hemhal olmanın insanın doğrusu olduğunu öğrendim.

Düşünmenin öyle matah bir şey olmadığını Jung okuduğumda öğrendim. Düşünce bizim irademizin dışında bilinçaltımızın ürettiği şeylermiş.

Şimdi bir köpeğin neşeyle salınan kuyruğundaki huzurun, bir ağaca bakmanın iç rahatlatan hafifliğinin farkındayım. Düşüncelerimi kovalamak için doğaya karışmayı öğrendim.

İnsanların hallerine üzülmemeyi de öğrendim. Mükemmel diye bir şey yok. Ve insanlar layık oldukları tamamlanmışlıkta yaşamıyorlar. O mertebeye eremeden yaşayan ve ölen çok fazla insan var. Onlardan bir şey beklemiyorum artık. O zaman şaşırmayı ve merak etmemeyi de öğreniyor insan.

Kendime Düşünceler kitabında Antoninus diyor ki, olan bir şeye şaşırmayın, kendi başınıza gelenler dahil. Var olan her şeyin bir sebebi var. Her şey birbiri ile ilintili.

Kötülük de böyle. Tek başına var olmuyor. O yüzden baba oğluna yardım ediyor karısını öldürürken. Başka bir babanın oğlunun da asla böyle bir şiddet aklına gelmiyor.

Bu insanların şimdiki bu hali dünya yanarken saç tarayan süslü kadına benziyor. Kendileriyle o kadar dolu olmalılar ki etraflarında olan biten hiçbir şey onların dikkatini çekmiyor.

Belki de boş konuşuyorum. Henüz etrafımda böyle kötülük otu yetişmediğini fark etmedim.

Yeni dünyada yenilenmiş olarak umarım hayata başlarız. Kalbimiz, vicdanımız tıkır tıkır çalışır bir halde, hep adaletten yana bir yaşam süreriz.

İyi bayramlar dilerim efendim. Mutlu güneşli günler, Cengizhan’ın bulutu gibi hiç peşinizi bırakmasın.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.