Bir önceki yazımın sonunda, Selahattin Demirtaş’ın gündeme getirdiği güçlendirilmiş parlamenter sistem nedir ve demokrasi ittifakı nasıl olmalıdır tartışmasına katkı sunacak bir diziye başlamak istediğimi belirtmiştim ve ilk olarak da laiklik üzerine kalem oynatacaktım. Ancak belli ki Demirtaş’ın yazıları, yalnızca beni değil kullanım süresi dolmuşların da ilgisini hayli çekmiş ki dün sabah HDP odağında 82 kişiye sabah ev baskınları yapılarak gözaltılar gerçekleştirildi. Bahane ise bunu bilerek kullanıyorum çünkü hukuki dayanak diye bir şey söz konusu değil, 2014 yılında 6-8 Ekim Olayları diye nitelenen Kobane eylemleri. Yani eski defterler. Devlet yönetimindekilerin, siyaseten tükendiklerinde iktidarlarını kaybetmemek için kendilerine tehdit gördükleri muhalifler hakkında “Eski defterleri” kurcalayıp hapishane kozunu oynama alışkanlığı yeni değil. Gelgelelim bu iktidar, bunu artık tek işi haline getirdi. Yol, yöntem ve uygulama ise eskiden Hocaları olan şimdi Fetö dedikleri Fethullahçıların pratikleri ile benzer. Velhasıl bu yazımda dün yaşanan olaylar nedeniyle sorumlu ve zorunlu bir yazı yazıp planladığım diziyi sonraya bırakacağım. Madem 2014’te şu olmuştu, bu olmuştu diye eski defterleri açmayı seviyorlar o zaman biz de keyfimizce biraz eski defterlere bakalım.

2002 ve Sonrasında Gülen ile AKP Dostluğu

Öncelikle dünkü “operasyon” u yöneten kişinin, eşiyle düğün sonrası damatlıklı gelinlikli vaziyette Cumhurbaşkanı’nı resmi makamında ziyaret eden Başsavcı olduğunu hatırlayalım. Aynı Cumhurbaşkanı, daha önce de yüksek yargı başkanları ile birlikte çay toplama partisi yapmıştı. Ne güzel bir manzara değil mi? Yürütme ile yargı, kol kola sosyalleşiyorlar, mutlu mesut ülkeyi yönetiyorlar. Hukuk devleti de böyle bir şey zaten. Hukuk ve devlet çaydı, düğündü birlikte olur, devlet söyler hukuk yapar. Olur sana hukuk devleti ya da devlet hukuku. Ne fark eder? Ha Kel Hasan ha Hasan Kel. Buna alışkınız keza Tayyip Erdoğan Başbakanken de “Ben Ergenekon davasının savcısıyım” deyivermişti değil mi? Sonra da Ergenekon ve Balyoz’u yapanların Fethullahçılar olduğunu ve bu yaptıklarının da “Milli Ordu’ya kumpas” olduğunu da deyivermişti. Sonra dönüp de “Niye savcılığa soyunduğunu” söylemedi ama. Ne gerek vardı ki? O zaman savcılar Fethullahçıların elindeydi ve Erdoğan da bugün olduğu gibi o zaman da onları kontrol ediyordu. Bu Cemaat savcılarının, iyiden iyiye yargıya çöreklenmeleri nasıl olmuştu peki? 2011 referandumu sonrası. 2010 Referandumunu Erdoğan yaptı ve Fethullah Gülen de “Mezardakiler bile kalkıp evet oyu versinler” dedi. Ama Gülen ile Erdoğan’ın ne ilgisi var ki canım? O zamanlar Erdoğan ve tüm AKP ahalisi, onların gerçek yüzünü görememişti. AKP, gerçek yüzünü henüz göremediği tarikatlara; devletin ordudan emniyete, yargıdan istihbarata en kritik alanlarını açan bir parti sonuçta. Mesela Burhan Kuzu, bunu itiraf etti. AKP Medya Başkan Yardımcı Emre Cemil Ayvalı da “FETÖ'yle AKP kol kola girdiyse bunu farklı darbecileri tasfiye etmek için yaptı" deyiverdi. Sonradan istifa etti genç adam nedense?

90’larda Tansu Çiller’li Tayyip Erdoğan’lı açılışı yapılan Bank Asya’nın sahibi olan Fethullah Gülen, (kendisi de o açılışta iki üç arka sırada pek mutlu mesut gülümsüyordu) 2000’li yıllara gelindiğinde AKP iktidarı ile beraber adeta insanların midesini bulandıracak derecede her yerde görünüyor, kendisine AKP’liler topluca övgüler düzüyor, kendi organizasyonu olan Türkçe Olimpiyatları için statlar tahsis edilip para basılıyor ve nihayet birinde Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisine hitaben  “Artık bu sıla hasreti bitsin istiyoruz” diyordu. Sonradan azılı terörist başı olarak nitelediği Gülen’e dönük olarak “Ben orada dön gel derken gelsin de tutuklayalım anlamında dedim” dedi mi, demedi, çünkü ne gerek vardı, keza o zaman gerçek yüzünü görmemişti. AKP, gerçek yüzünü henüz görmediği tarikat ve cemaatlere devletin tüm olanaklarını sonuna kadar açan ve devletin şefkatli yüzünü gösteren bir partidir. Tam olarak nasıl bir siyasetin temsilcisi olduğu ve örneğin tek başlarına ülke yönetimine hak kazansalar hangi politikaları uygulayacakları hiçbir zaman belli olmayan MHP isimli partinin başkanı Devlet Bahçeli, “FETÖ’nün siyasi ayağı” diye ortalığı yıkarken acaba kıymetli ortağı ve öncesinde demedik laf bırakmadığı Erdoğan’a buzdağının görünen kısmının bile yarısı olan yukarıda yazdıklarımı sordu mu? 

Kürt Siyaseti ve PKK Üzerinden İktidar Dansı

Yazının girişinde de belirttiğim demokrasi ittifakı tartışmasında değinmek istediğim bir başlık da Çözüm Süreci olacak. Ondan önce hazır eski defterleri açmışken bu konuda da bir özet geçelim. Bu ülkede yaşanan acıların ortadan kaldırılması için gereken demokrasi ve diyalog anlamını taşıyan Çözüm Süreci’ni, Erdoğan ve Siyasal İslamcılar neden ellerine yüzlerine bulaştırdılar da bugün kendilerinden önceki tüm iktidarlar gibi ayakta kalmak için PKK ve Kürt siyaseti üzerinden milliyetçilik şovları yapmak zorunda kaldılar? Çünkü onların ne bunu yapacak bir entelektüel donanımı ne de barışı sağlama amaçlı bir niyetleri vardı. Tıpkı Fethullahçı savcılar eliyle eski vesayete karşı devleti ele geçirme işine girdikleri gibi Kürt Sorunu * çözümünü sağlamak da onlar için Türkiye – Irak – Suriye’de Kürt coğrafyasına egemen olmak ve Türkiye’de Kürt siyasetini de kendine iç ederek gücüne güç katmak amacını taşıyordu. Ancak yurtdışındaki abiler, plan değiştirip 40 yıllık Kürt siyaseti de bu numaraları yemeyince entelektüel sığlıklarıyla kendi seçmenine konuyu yeterince anlatamadıkları için güçlenmek şöyle dursun iktidar gidiyor dediler ve masa devrildi. Şimdi 90’ların Türkiye devlet politikaları, üzerine Siyasal İslam sosuyla geri geldi. Bundandır dünkü operasyonun bahanesi olan Kobane olayları öncesi Tayyip Erdoğan’ın IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) tarafından sıkıştırılan Kürtlere, “Kobane düştü düşecek” demesi, bundandır HDP’nin 7 Haziran’da %13 oy alarak barajı geçmesi sonrası ülkede patlama üstüne patlama olması, Yüksekdağ, Demirtaş ve HDP’lilerin hapse atılması ve o günden sonra AKP - MHP kankalığının baş göstermesi.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi

2015 yılında yapılan erken seçim (zorla tekrar seçim) sonrasında yeniden iktidarı ele geçiren Erdoğan AKP iktidarına karşı 15 Temmuz 2016’da bir darbe girişimi yaşandı. Kim yaptı? FETÖ. Darbe lideri kim? Bilmem. Darbe başarılı olsaydı ülkeyi kim veya kimler yönetecekti? Bilmem.  MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ne dedi? Bilmem. Peki bu darbeyi Erdoğan kimden öğrendi? Eniştesinden. Darbe sonrası ne oldu? 1 yıl süren OHAL, KHK’larla işinden atılan binlerce insan ve OHAL ortamında yapılan alelacele Anayasa değişikliği referandumu ile oldukça şaibeli bir seçimle kıl payı çıkan Evet sonucuyla Tayyip Erdoğan’ın “Başkan” olması. Gördüğünüz gibi 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, tamamen aydınlatılmış durumda, siz de ne soru sorup duruyorsunuz? FETÖ de, PKK de, olmadı dış güçler de hiç olmadı CHP de geç be kardeşim. Maksat Cumhurbaşkanımızın yüzü gülsün, çünkü orada işler yoğun, ziyaretçi bol.

Eski Defterler Biter mi?

Bu ülkenin son 100 yıllık tarihinde hiçbir olayla kamusal siyasal alanda yüzleşme yaşanmadı. 2000’lerde AKP iktidarı döneminde bunlara yenileri de eklendi ve eklenmeye devam ediyor. Çözüm, lafı eğip bükmeden gerçekleri açık açık konuşmakta, yazmakta, söylemekte. Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu baskısıyla herkesi Müslüman, adı Türkiye diye herkesi Türk kabul eden, edep, ahlak, saygı baskısıyla kadına had bildiren, kendi yaşamını ve görüşünü söyleyeni, uymazsa ayıplayarak dışlayan, cinsiyetçi laflarla insanların tercihlerini yok sayan, birileri sürekli daha fazla zengin olurken kendi yoksulluğuyla ya da dar geliriyle hayat mücadelesi verenlere sebat ve şükür dayatan “Normal”i tümüyle reddediyorum. Bu reddi açık açık yapmazsak yüzleşme de olmaz gerçekler de ortaya çıkmaz ve gücü her eline geçiren bu son 20 yılın örneğinde olduğu gibi kendi düdüğünü çalar. Dünkü “operasyon” siyasidir ve hukuki dayanağı yoktur. Hukuki olsaydı, en hafifinden Kars Belediye Başkanlığı resmi görevini sürdüren ve daha önce bu davadan aklanmış Ayhan Bilgen’in evine sabahın körü polisler gelmezdi. Eski defterler mi? Onlar bitmez. Bitene kadar eğip bükmeden gerçekleri konuşmaya devam.

* Kürt Sorunu yerine Türklük Sorunu demeyi tercih ediyorum. Yazının akışında anlaşılma sorunu olmaması için alışılmış Kürt Sorunu öbeğini kullandım.