Biz evde oturuyorduk.

Çalışıyorduk aslında.

Hadi itiraf edeyim bir yandan da kuru yemiş yiyorduk.

İşte her neyse senaryo okumaktan beynim köpürmüştü, dedim biraz da televizyon seyredeyim.

Öyle saat on ikiyi vurunca bizim buralarda havai fişek falan da atılmadı.

Eskiden atılırdı.

Komşular balkona çıkar hep birlikte gökyüzündeki renk patlamalarını seyrederdik.

Ya da ben öyle sanırdım bizim balkondan.

Çünkü komşuların sadece seslerini duyardım.

O da yoktu bu sene.

Olsun.

Ben yine de, umarım Nesrin Topkapı ile karşılaşmam diye, açtım televizyonu.

Tarkan, sanat müziği söylüyordu.

Olsun.

Bülent Ersoy vardı bir iki kanalda.

Muazzez Ersoy’u gördüm.

Ay dedim, çok sıkıcı! Ben en iyisi dünya ne yapıyor, onlara bakayım.

Herkes konuşuyordu.

Koca alanları doldurmuş insanlar, müzik dinlemeye gelmişler. Ama uzun uzun konuşuyordu adamlar, şarkı söylemek yerine.

Bir ara baktım iç çamaşırı giymiş melekler podyuma çıkmış. Onları da içim kaldırmadı. Sonuçta benden güzel hemcinslerimi çekecek durumda hiç değildim.

Hayatımın en tatsız yeni yıl başlangıcını mı yaşıyorum yoksa benim zihnimde artık tat alma duygusu error vermenin tepe noktasına mı çıktı diye, kara kara düşünürken, nerede alt yazı gördüm hatırlamıyorum.

Artık sosyal medyayı da bünyem kaldırmıyor. Çünkü insanlar akıl süzgeçlerini başlarına huni yapmış geziyor orada.

Ben de hunimle bu girdaba kapılmak istemediğim için seyrediyorum sadece.

Ortaköy’de meydana gelen olayın haberleri düşmeye başladığı zaman insanlar da meşreplerince tepkiler vermeye başladılar elbet.

Ve benim komşularımın kahkaha sesleri kesildi.

Çocuklar koşturuyordu, patır patır sesleri yansıyordu odanın duvarlarına.

Birden hepsi yok oldu.

Her kanal kendi muhatabını ekrana çıkarmaya başladı, bilirkişi niyetine.

Sokağın ve apartmanın sessizliğinde, televizyondaki adamların gürültüsünü, kendi düşüncelerime bulaştırmamaya çalışarak uyudum galiba.

Böyle zamanlarda ekranın beni hipnotize eder gibi kendine yapıştırdığını da düşünmedim değil.

Uyandığımda uyuşmuş beynimle, sosyal medyada tepkilerini dile getiren bazı gazetecilerin, nasıl hedef haline getirildiğine baktım, salak salak.

Sabah konuşmaya devam eden adamların arasında birinin söylediklerine tutuldum. Tanıdık geldi bana, ilk defa biriyle kelimelerimizin ortak, karşılığı olduğunu hissettim.

Birazcık içim yeşerdi.

Adam dedi ki, hakikat ve gerçek farklı şeylerdir. Yaşadıklarımız gerçek ama hakikat bu değil.

Ya da onun gibi bir şeyler söyledi işte.

Sonra ben de aslıma dönüp düşündüm birazcık, içimden tekrarladıklarımı buraya yazayım dedim unutmamak için.

Gerçek, dışımızdaki nesnel gerçeklik, hakikat ise bunu bizim nasıl algıladığımız.

Hakikat, edindiğimiz bilgilerle sürekli değişen, gelişen bir durum hali.

Şimdilik, dışımızdaki nesnel durum yani gerçekliğimize kaos hakim.

İkisi arasındaki bağlantının doğasına uygun ilerleyebilmesi için doğru bilgiye ihtiyaç var. Bunun için de oluşumun tamamlanması, resmin ortaya çıkması gerekiyor.

Bu sırada kendi süreçlerimizi yaşayıp hikayelerimizi tamamlıyoruz.

O yüzden efendim, her birimizin yaşadığı an hakikatimiz olurken hikayemiz de gerçeğimiz oluyor.

Karıştığında da böyle not tutmak gerek.

İster kaçarsınız, ister adım adım peşinden gidersiniz.

Keyfi ruh halinizde gizli.

İyilikle görüşelim.