Bilgisiz ama tanrı eliyle yönetildiğimiz bazı konular var bunun diğer adı şans her herhalde. Cahil şansım çok yüksek. Gişenin önünde durup gelecek seansa bilet almak ve filme girmek, hamile kalıp dokuz ay çocuğunun kimliğini öğrenmemek gibi heyecanlı bir durum. Artık şansına ne çıkarsa.

Film Ekimi festivalinin dün ilk filmine girerken pek öyle olmadı aslında çünkü kapıya geldiğimde bütün satıldığını öğrendim, bir saat on beş dakika bekleyip boş kalan bir koltuğa oturmak zorunda kaldım. Bilet sırasında beklerken bir adam gelip benim satın alacağım 19 seansına bilet sorunca sıradan ayrılıp ayrı bir sıra oluşturduk, adamın üçüncü filmiymiş İstiklal'den geliyormuş, beklerken oflayıp poflamaya başlayınca bana bir sandalyede istedi, gişede ki çocuk, aslında yasak yaşlı falan birileri olunca veriyoruz dedi Hanım otursun diye dedim dedi adam, çocuk ikiletmedi. İkisini de Allah'a havale ettim ama oturdum da. kuyruğun başındaki ilk nefer olarak boş koltuğumda beklemeye başladım. Bol sohbetli bir zamandan sonra filme girdim.

Soul’un Oğlu, çift ödüllü tek filmi festivalin. Bendeniz de tesadüf ya da yüce rabbimin hikmeti ilk filmim olarak onu seçmiş bulundum.

Cannes da ödül almış. Vulcan Ses Tasarım ödülü ve bilimum iki ödül daha.

II. Dünya savaşında Alman'ların Yahudilere yaptığı soykırımı anlatan filmlerden biri. Öyle hemen yüzünüzü buruşturmayın farklı bir film üstelik çok sert ve metaforla anlatılmak istenen insani bir çığlık var. Film ses efekti dalında da ödül almış. Çünkü gaz odalarında yakılan insanların ağlama sesleri, inlemeleri, gaz odaları yetersiz kalınca bir gecede kamplardan gelen 3.000 kişinin imha edilmesini kendilerine vazife edinmiş Alman askerlerinin, çırıl çıplak soydukları insanları hendeklerde kafalarına kursun sıkıp hortumla alev fışkırtıp yakarken çıkan karmaşa sesleri, görüntülerle o kadar denk ve sahici ki eğer yaşadığınız topraklarda insanlık dışı olaylara şahitlik etmiş biri olarak yüreğiniz kurumadıysa bu sesler karşısında şaftınızın kaymaması mümkün değil. Çığlık atıp kaçmak istiyor insan, ben bol küfürlü notlar aldım bu sahnelerde.

Aslında biz bir toplama kampında yaşıyoruz. Tanrı mı kurmuş bu düzeni yoksa onun yarattığı insanlar mı bilemem.



Almanlar insanları imha ettikleri kampta bir sistem kurmuşlar, Özel Birim adını verdikleri bir grup insan var bunların ömrü dört ay buradaki insanları kendi ırkından olanları imha etmek için her türlü işte kullanıyorlar. Gaz odalarına girerken bu özel birimin adamları kendi soydaşlarının çıkardıkları elbiseleri kancalara asıyor, elbiselerin ceplerini karıştırıp değerli şeyleri bir sandığa dolduruyor, gaz odasında imha edilen cesetleri boyunlarına bir ip takıp sürükleyerek bir yerde üst üste yığıyor sonra onları yakıp küllerini denize savuruyor. Dört ay sonra başkaları bu insanlara aynı şeyleri yapıyor.

Seyrederken içinde yaşadığımız bu büyük kampın hangi elamanı olduğumu düşündüm. Henüz gaz odasının eşiğinde hissetmiyorum kendimi Özel Birimdeki adamlardan biri olmalıyım. Fazla süslemeye gerek yok aslında ya da sırasını bekleyen seyirci.

Neden insanlar bu kadar fazla çekilmesine rağmen özellikle en gerçek, sahici ve kanırtıcı olan bu holokost filmleri seyretmeye can atıyor, bunu düşündüm film boyunca böyle bir dünyanın içinde zaten yaşarken bizim yerli dizilerdeki acılı sahneleri seven onlarla empati kuran ev kadınları kafasında mı bütün dünya.

Yahudilik ya da Müslüman kimliğinde yapılan şeyler hep aynı.

İnsanın insana zulmetmesinin, örgütlü vahşetin kaynağı yine insan.

Filmin kahramanı (Saul Auslander) Geza Röhrik muhteşem bir performans sergiliyor, dört aylık ömür biçilen bir adamın ruh hali tüm hücrelerine sinmiş, kanıksamış görevlerini yapan beden dili, yüz ifadesi ile işlerini bir robot gibi hızlı hızlı yapıyor. Onun yüzü ve yansıttığı ruh hali filmin duygusunu (kurgusunu) da anlatıyor.

Gaz odasına insan öldürüldüğünde bir çok sağ çıkıyor aralarından onun sesini duyuyor önce uzaktan sonra onun nefes alışlarını seyrediyor uzaktan donup kalmış bir şekilde. Alıp birilerini onu bir sandığın üzerine yatırıyorlar. Yetkili bir herifi çağırıyorlar. Boynunda steskop olan bir üniformalı geliyor elini çocuğun yüzüne kapatıp onu boğuyor muayene ettikten sonra onu kadavra odasına götürün diyor. Ölmemekte ısrar edenleri kesip biçen bir grup doktor var. Saul Auslander cesedi kucakladığı gibi odaya götürüyor doktora kendisinde Macar olduğunu bu çocuğu kesmemesini söylüyor. Doktor bunun imkansız olduğunu kendisinin de bir mahkum olduğunu söylüyor.

Saul Auslander film boyunca çocuğu tek parça halinde tutmaya ve bir haham bulup onu dini inançlarına uygun gömmeye çalışıyor.

Bugün yazımı yazarken filmin üzerinden bir gün geçti ve ne zaman kendimle kalsam Saul Auslander’in çocuğu gömmek için elleriyle toprakta açmaya çalıştığı çukurun görüntüsü beliriyor zihnimde.

İnsan kalmak için verdiği mücadele zihnime yapıştı kaldı.

Filmi seyrederken o iki gün içinde yaşananlara rağmen haham bulmak ve çocuğu gömmek için verdiği amansız mücadele de arkadaşları gibi bazen benim canımı sıktı, of dedim bırak şu sanki başka derdin yok. Arkadaşları ona kötü davranıyorlar biri diyor ki bir ölü için yaşayanların hayatını tehlikeye atıyorsun. O da diyor ki zaten ölüyüz.

Tanrının yarattığı bu kadar mükemmel bir varlık olan insanın aynı zamanda içinde aynı dozda yok ediciliği de barındırması ne yaman bir çelişki.

İyi ki tanrı insanlara kendi vasıflarından biri olan yaratıcılığı da bahşetmiş yoksa geçtiğimiz zamanlarda insan yanımızı hatırlamak o kadar zor ki.

Güzel günlerde görüşelim efendim.