Hülya Avşar bir keresinde arabasında Kaçak şarkısını dinlerken anıra anıra ağladığını itiraf etmişti magazin gazetecilerine, onun bu anıra anıra ağladım itirafını unutmadım. Ne zaman dinlesem onu anıra anıra ağlatan derdini merak ederim.

Dün sabah 10.30 elektrikler kesilince önce umursamadım çünkü bir gün önce buluştuğum arkadaşım Üsküdar da aynı saatlerde elektriklerin 40 dakika gittiğini söylemişti. Gelir birazdan dedim. Georges Bataille’nin Annem romanını okuyorum, uzun zamandır elimde. Yaprakları sararmış kitabın, başlamışım sonra araya başka bir kitap girmiş çok beğenmeme rağmen kafam basmadığından olsa gerek okuduklarımın içinden düşüp başka bir duyguya yönelmişim. Bataille insanın kötülükle doğan yanını üstelenip onların adına kitaplarında konuşan birisi. Okuyucun gözüne sokuyor düşünmek istemediklerini ve kitap bitince anlamanın hafifliği sarıyor insanı.  

Girizgahımın uzunluğu gibi ben de gün içinde zamanı fark etmeden evin içinde dolanıp yarı sohbet yarı hayıflanarak zaman geçirirken ülkenin her yerinde elektriklerin kesildiğini öğrenince tedirgin olmaya başladım. Bizim evimizde olağanüstü bir hal kıvamında geçmeye başladı zaman. Erkenden toplandı evin ahalisi akşam 18.30 gibi elektrikler gelince durumun vahametini daha net anladım. Elbet bu duygular bu ana kadar bildiklerimin bende uyandırdığının izdüşümü, yarın ne olacak bilmiyorum.

Dün alıştıklarımın yoksunluğu sarmıştı her yanımı. Ne yazı yazabiliyordum ne de evimin işini yapabiliyordum. Saatler ilerledikçe ya suyumuzda giderse, kalorifer olmadan ne yapacağız diye düşünmeye başlamıştım. Tam tüketici sendromuna yakalanmaya başlamıştım ki ışığı gördüm.

Bilgisayarımın başına geçtiğimde sosyal medyada haberler düşmeye başladı son dakika diye. Savcının rehin alınması sonra hastaneye kaldırılması haberini gördüm. Aklım daha çok karıştı.

Biraz önce Doğan Haber grubunun özür gibi basın açıklamasını, Mirgün Cabas’ın attığı twit için özür haberini gördüm. Başbakanın açıklamalarını dinledim.
Evin içinde ben de bağırıp çağırıyorum dünden beri. Evdekiler çok gürültülü olduğumu benimle artık konuşamadıklarını söylediler sabah kahvaltısında. Korktuğum bir insan figürüne dönüşüyorum, dönüştüm belki de. Kısa düşünen, hemen karar veren, çabuk öfkelenen, kendi sesinden başka sese kulaklarını tıkayan biri oldum. Aslında bu kadar gürültücü olmamın sebebi uzun zamandır zekamıza hakaret edilmesi, basın yoluyla, beden diliyle, bize dayatılan yasaklarla her türden hakarete uğradığımızı düşünüyorum. O yüzden küçük bir olay büyük bir gürültü akıl tutulmasına ya da boşalmasına sebep oluyor. Ben masumum ya da sadece biz değiliz bu puzzle resminde görünen.

Dün akşam Ekşi Sözlükte gördüm, bazıbasınıncenazeyealınmadığıhükümetininsanlığınıhatırladığıfotoğrafı. Galiba o zaman sustum. Kim çekmiş nasıl ulaştırmış insanlara diye düşünmedim. Mehmet Selim Kiraz’ın ağzında bir el kafasında bir silah, ama eli tetikte olmayan bir silah her yerde bayraklar. Aklım bir süre sustu. Gece yarısı uyandım, zihnimden o resim fırladı yine, uyuyamadım bir daha. bir film seyredeyim dedim aklımı yeniden susturmak, resmi kovmak için. Şansıma 10 yaşındaki zenci kızına tecavüz eden adamları öldüren babayı savunan beyaz avukatın başına gelenleri anlatan bir filme tutuldum. Hastalanmış, bir kazazede gibi sızdım. Tüylerim diken diken kalktım sabahın gürültüsüne. Hala canlı yayın izliyorum. Arada kalkıp evin tozunu süpürüyorum.

Biraz önce Şafak Yaşar ve Bahtiyar Doğruyol’un resimlerini gördüm, çocuklardan birinin babası maden işçisiymiş emekli olmuş. Çocuklar resimde gülüyorlar, gencecikler, işte ben de o zaman anıra anıra ağladım.

Cemil Çiçek basın açıklamasında hafızamıza sesleniyor. Biz de hafızamız yüzünden bir kaosun içinde yaşadığımızı düşünüyoruz. Hiç kimsenin aklıselim olduğunu sanmıyorum. Bizim aklımızı alanlar da bizim gibi bir iç hesaplaşma yapmalı, yukarıda tanrı aşağıda biz varız.

Tanrı ölenlerin günahlarını affetsin, mekanlarını cennet eylesin ve amin.

Güzel günlerde görüşelim.