31 Mart faciası. Bir savcı ve iki genç yaşamını yitirdi. Devlet yine yargısız infazda hevesini ve ivedenliğini gösterdi. Coğrafyanın neredeyse tamamı saatlerce karanlıkta kaldı. Elektrik mühendisleri odası yetkilileri bunun nedeninin özelleştirmeler olduğunu açıkladılar. Bu karanlık günde halkın hak arama özgürlüğünün teminatı olan, yargılama faaliyetinde iktidar erkine karşı halkı temsil eden avukatlar, Cumhurbaşkanı tarafından hedef tahtasına kondu. Zifiri karanlık bir döneme itiliyoruz.

Savcıya yönelik eylemin tasvip edilir bir yanı yok. Bireysel şiddet dünyanın hiçbir yerinde ezilenlerin sosyal mücadelelerine katkı getirmemiştir. Marksistlerin, bizzat Lenin’in, Dekambristlere ve Narodniklere yaptığı eleştiriler sayfalar dolusu. Çara yönelik suikastı dahi Lenin devrimci bir eylem olarak değerlendirmemişti.
AKP iktidarının inişe ve çöküşe geçtiği; sosyal muhalefetin yükseldiği, hele hele HDP lehine rüzgarın ivme kazandığı bir ortamda seçimlere iki ay kala böyle bir eylemin kime faydası olmuştur? Şimdi iktidar faşist iç güvenlik paketini meşrulaştırma yolunda eline koz geçmiş olarak davranacaktır. Daha da baskıcı yeni düzenlemelere teşebbüs edecektir. 1 Mayıs eylemlerinin üzerindeki baskıda muhtemelen olağanüstü artacaktır. Erdoğan’ın verdiği startla, avukatlar üzerindeki, hak arama özgürlüğü ve savunma hakkı üzerindeki baskılar daha da artacaktır. Plebisiter diktatörlüğüne, rejim değişikliğine karşı çıkan muhalefeti kriminalize etme saldırıları daha da artacaktır. Savcının ve iki gencin ölümünden sadece sabırsızca yargısız infaz yapan güvenlik güçleri değil yargı kurumu da dahil devletin tüm aygıtları da sorumludur. Henüz 15 yaşındayken polisin attığı gaz bombasıyla başından vurulan ve yaşamını yitiren Berkin Elvan’ın katilleri şimdiye kadar neden yargı önüne çıkartılamadı?

Adaletin sağlanamamasının, yargıdan sürekli umutların kesilmesinin, benzeri vakalardaki sorumluların sürekli korunmasının, barışçıl gösterilere engel olunmasının, adalet taleplerinin sürekli karşılıksız kalmasının, genel olarak yargı kurumunun suç işleyen görevlileri sürekli korumasının bu tür olaylarda çok önemli belirleyici, stratejik payı vardır.

Devlet bu olayda da ‘kanı kanla yıkamayın’ diyen Berkin’in babası kadar dahi olgun ve sabırlı olamadı. Eğer müzakerelerdeki esas talep olan Berkin’i vurduğu iddia edilen 3 polisin ismi açıklansa ve yargı önüne çıkartılacağı deklare edilseydi acı sonuç yaşanmaz, kansız bir şekilde olay sonuçlanabilirdi. Eylem süresince RTÜK yasasının ‘olağanüstü dönemde yayınlar’ başlıklı 7.madde gereğince olayla ilgili haberlere yayın yasağı getirilmesi de ayrı bir rezaletti. Artık hiçbirimizin gerçekleri öğrenme hakkımız, bilgilenme hakkımız yok. Savcının ve iki gencin ne şekilde öldüğünü de bilemiyoruz. Kuşkusuz tahrif edilmeden otopsi raporları ortaya çıkarsa gerçek anlaşılacak. Devlet kendi savcısının yaşamına dahi değer vermedi. Oğlu Mustafa’yı öldürten Sultan Süleyman geleneği devam ediyor. Ortada trajik bir durum varken sanki bir zafer kazanılmış gibi cumhurbaşkanı, başbakan, emniyet müdürü açıklamalar yapıp birbirlerini tebrik ediyorlar. Ne yazık ki Osmanlıdan bu yana devlet geleneğinde empati kurma, müzakere etme, uzlaşma geleneği yok. Son olay bunun en açık kanıtı.

Büyük değerimiz, dostum Yılmaz Güney’in de 78.doğum yıldönümü. Fatoş Güney Cumhuriyet gazetesinde çok güzel bir yazı yazmış. Ben Yılmaz Güney’i Toptaşı cezaevinde yatarken, ziyaret ederken tanışmıştım. Uzun uzun ideolojik sohbet ettik. Daha sonra sıkça mektuplaşmalarımız oldu. O sıralar Arnavutluk Emek Partisi’nin de geri dönüş içinde olduğunu ve genel olarak geri dönüş olgusunun Nikita Kruşçevle değil, Stalin süreciyle başladığını işleyen bir çalışmam vardı. Yılmaz Güney görüşlerime tamamen katıldı. Güney dergisinde yayınlayalım dedi. O zaman yakınında olan daha sonraları ise kendisine çok haksız suçlamalar yönelten N.B engelledi. Sıkıyönetim ve 12 Eylül faşist darbesi olmasaydı Güney dergisinde muhtemelen birlikte üretim yapacaktık. Ölümünden sonra bazı siyasetler ‘bizdendi’ diyerek sahip çıktı. Oysa Yılmaz Güney özgün ve bağımsız fikirleri olan biriydi. Cezaevindeyken çok okuyordu. Sezgileriyle de sosyalizme ters uygulamaları görüyor ve eleştiriyordu. Saygıyla anıyorum. Filmlerinde Türk ve Kürt halklarının her türden ezilenlerinin problemlerini derin bir estetikle yansıttı.

Çetin bir sürece girdik. Bu süreçte plebisiter tiranlığı önlemek içinde, HDP’nin etkin bir şekilde başarılı olması içinde, tüm sorunlarımızın başta Kürt sorunu olmak üzere sıhhatli çözümlere kavuşması içinde herkesin, tüm demokratik ve sosyal muhaliflerin çok dikkatli ve sorumlu davranması gerekir.