Game of The Thrones bu sezon öyle ahım şahım değildi. Yapım ekibi değişmiş belki de ondandır ama hikaye de çok yavaştı. Hikayenin gidişatı ile ilgili vurucu bir şey kalmadı aklımda. Son bölümde bazı sahneleri çok beğendim ben.

John Snow’un Yabanıllar’la birlikte Ak gezenlere karşı verdiği savaş güzeldi. Onların suyu geçememesi enteresandı. Gerçi o güçle tozunu attırırlardı ortalığın Ak gezenlere bir dur demek gerekiyordu onlarda suyu bulmuşlar, güzelmiş.

Benim dizi hakkında yazmama sebep olan şey Cersei Lannister’ın Kefaret Yürüyüşü. Muhteşemdi. O sahneye bayıldım.

Onun gibi çocukluğundan beri hainlikten başka bir şey düşünmeyen, neredeyse saf kötülükten ibaret görünen biri önce küçümsediği, kendi yanına çekmek için paye verdiği bir adamın önünde diz çöküp günahlarından bir tanesini itiraf etti, bulunduğu boktan durumdan kurtulmak için sonra cadaloz kadınlar tarafından yıkandı. Sanki hayatlarında hiç sevişmemiş halleri olan ışıksız kadınlar onu ova ova yıkadılar, saçlarını kestiler sonra kırpık kırpık sonra üzerine bir çuha geçirdiler ameliyat önlüğü gibi sokağa çıkardılar. Halkın en düşkünlerini toplayıp üzerinde garabet örtüyü çıkardıktan sonra kırpık saçlarıyla saldılar kraliçeyi evi olan saraya gitmesi için. Arkasında sevişgenlikten eser taşımayan bir kadın, elinde küçük bir çan sofraya milleti yemeye çağırır gibi çan çalıyordu. Her adım da bir çan sallıyor ve “utan” diyordu.

Bu kefaret yolculuğunu çok sevdim ben. Kadın çırılçıplak insanların arasından geçerken yüzüne tükürenler oldu, hakaret edenler, cinsel organını gösteren erkekler, kadınlar oldu. Bundan daha güzel tasarlanmış, örgütlenmiş bir yüzleşmeyi nerede yaşar insan bilmem.

Elbiselerin ardına saklanmadan, zihninizden hızla geçenlerin ya da eylemlerin aynası olan insanların arasından yürümek sırat köprüsünde nasip olacak, diyorlar bilemiyorum. Ama seyretmek nefes kesiciydi. Çünkü hepimizin elbiselerinin altında etimiz olduğu gibi zihnimizde de bir sürü düşüncemiz var. Kimisi hayata geçmiş kimisi sırasını bekliyor. Böyle arada grup terapisi herkese iyi gelir bence. Arada bu yolculuk her insan tarafından beden diyeti gibi yapılmalı.

Adı da güzel, Kefaret yürüyüşü, hikayeci yanımı kaşıyor belki de, size enteresan gelmedi belki de. Bilmem.

Ol-mak ile ilgili bir video izledim bu sabah. Orada Eski Ahitteki Yaradılış bölümünden sözlere yer verilmişti.

“Tanrı başlangıçta cenneti ve dünyayı yarattı. Dünya karanlık ve kaos içindeydi ve engin karanlıklarla kaplıydı. Karanlık sularda tanrının ruhu hareket ediyordu. Tanrı ışık olsun dedi ve ışık oldu.” (Yaradılış 1:1)

Yani yaradılış ışıkla başlamıyor öncesinde karanlık ve kaos var. Tıpkı gündoğumu gibi karanlığın içinden ışık doğuyor. Ol-mak işte tam da bu anda varolan bir şey. Bu kontrattan doğuyor. Bizim ol-madan önce bu karanlığımızı görmeyi bilmemiz gerekiyor. Bunu öğrenmek gerek elbet. Bu farkındalığı kazanmak için çok zaman uyanık halde kalmak gerek.

Sorguladığımız, sürekli etrafında dolandığımız düşüncelerin başında durup onlara bakmak yerine yanlarından geçer gideriz. Ya da onların duygusuna kaptırırız bir süre kendimizi.

Bunun yerine tıpkı gün doğumu gibi (ol-mak için) önce kendimi ikiye bölmem gerekiyormuş. Bir “ben” dediğim, herkesin Zuhal diye tanımladığı “ben”, bir de en içerdeki “ben” varmış. Ona ulaşmak için işte bu dualitenin farkında olmak bu kontrastın farkındalığını öğrenmem gerekiyormuş. Karanlık ve ışığı yan yana görmek. Bu ilk adım elbet. Sonraki tamiratı henüz öğrenmedim valla. Dersim bir hafta bu farkındalığı kayıt edip o an ne düşündüğümü yazmak. Az buçuk bunu yapıyorum hep de ötesine derslerle geçeceğim artık. Öteki benle yazmaya ömrüm yeter mi onu da tanrı bilir.

Cercesi Lannester bir yolculukla ona Kefaret yürüyüşü dediler ama bence bu farkındalıkta büyük bir adım attı. Bölünmesini meydanlarda yaşadı. Yolda yürürken yüzündeki ifade, konuşun lan, saraya bir varayım hepinizin ağzınıza sıçacağım, dolapta bir sürü elbisem, sarayda gani muhafızım var emrimi bekleyen, der gibiydi. Nasıl olsa o hücreden kurtuldum. Sıcak bir banyo sonrası ben size sorarım.

Sarayın suretine bakıp dik durmaya çalışsa da bir ara tökezleyip düştü. Sonuçta o yolda tek başına çırılçıplak sadece kendisiydi. Kraliçe olduğunu unuttuğu an tökezledi belki de. Belki de bölündüğünde tökezledi. Ensesinde ki kadının her adımını Shame (Utan), diye zillemesi de etkilemiş olabilir. Bilemedim ama dediğim gibi güzeldi.

Bir başka güzel şey Arya’nın oyunculuk yeteneği idi. Arya bu son bölümde devleşti adeta.

Yolculuğu sırasında aklını korumak, öfkesini soğutmamak için sürekli intikam alacağı insanların isimlerini dua okur gibi sıralayarak adeta yalnız kaldığında ayin yapıyordu. İşte o listedeki adamlardan birine rastladığında, ona tapınakta binbirsuratın verdiği görevi bırakıp kendi kutsal görevine geri döndü. Listesindeki adamı takip etti, eziyet ettiği küçük kızların arasına katıldı. Sonra yüzü değişti, ona bir hayvan gibi saldırdı. Gözlerini oydu ağzını bir bezle tıkayıp bedenini bıçakladı birçok kez. Dizlerinin üzerinde çökmüş acı içinde kıvranan adamın etrafında atmaca gibi döndü. Kim olduğunu söyleyip adını tekrarlamasını istedi. Sonra kafasını tutup kesti. Onun kafasını keserken Arya kesinlikle küçük bir kız değildi.

Sonunda yolundan şaştığını sanırken onların yolunda olduğunu anladı, gözleri kör oldu ama o da öğreniminin bir parçası.

Bu arada Ejderhaların annesini ejderlerden biri ölmekten kurtardı bilinmez bir yere götürdü orada silahlı bilinmez adamlar etrafını sardı. Bakalım gelecek sezon onu aramaya çıkan aşık kahramanları mı kurtaracak kraliçeyi yoksa ejderhaları mı? Göreceğiz.

Lannester ailesinin iyi çocuklarından kral ve baba katili Tyrion da şimdilik Ejderhaların annesi Daenerys Targaryen’in boş bıraktığı tahtta onun yardımcılarıyla şehri yönetiyor.

Umarım gelecek sezon daha gösterişli ve bol atraksiyonlu olur. Böyle fantastik dizilerde insan heybet ve bilgi konusunda farkındalık yaratacak şeyler bekliyor. Nedeni yine onları hazırlayan insanlar tabi bizi masumuz.

Güzel günlerde görüşelim.