Tuhaf zamanlardan geçtiğimize inanıyorum belki de sadece ben inanıyorum o yüzden de baktığım duyduğum her şey bana tuhaf görünüyor.

Bunlardan bir tanesi Atalay Filiz olayı. Hani şu insanların selfie çektirdiği, yakalandığında gülerek sohbet eden adam. İhbar edenlerin ödül derdine düştüğü, tanrıya bin şükür şimdilik ailelerin acılarının kanırtılmadığı haber.

Mevzuyu fazla uzatmak istemiyorum çünkü hepsinin içinde bir insan hikayesi var ve her hikaye bir sebepten OL ile başlamış mutlaka ve tercihlerle yolunu bulmuş.

İşte  Moda Sahnesinde Roberto Zucco oyununu seyredip yazmak hevesiyle masaya oturduğumda zihnime üşüşenler bunlar oldu.

Oysa oyun başladığında başka bir ruh halinin içine girmiştim.

Karanlıkta, hapishanenin güvenliğinden emin ama yine de görev icabı nöbette olan iki gardiyanın zihin üzerine aynı sözleri farklı kelimelerle söylemeleriyle başladı oyun.

Birisi önce düşünüyor sonra görüyordu. Diğeri herkesin düşündüklerinin toplamının özetini hızlıca geçiyor belki de o yüzden göremiyordu.

İşte bu sırada da o kimsenin sıvı halde bile kaçamaz dedikleri yerden kaçtı Roberto Zucco.



Önce evine gitti. Babasını öldürmüştü. Annesi ona kapıyı açmak istemedi oysa onun tek derdi içeri girip hayata karışacağı kamufle olacağı giysisini almaktı. Kadın ütülü değil dedi. Orada aman tanrım dedim, ben de böyle yapıyor muyum acaba. Sonra iç sesimi kısıp devam ettim oyunu seyretmeye.

Annesi kendi varlık nedenini fazla abartınca daralan oğul tuttu annesini de öldürdü.

Sonra dönüşüm hikayesi, seyircinin de bir köşesinden dahil olduğu aynı zamanda çemberinin dışına fırlatılıp koltuklar mıhlanıp taş misali kendinden olana seyirci kaldığı bir durumda halkalar halinde ilerlemeye devam etti. 

Bunu sağlayan da her şeyin düz bir platformda aynı sahnede gerçekleşmesi.

Oyuncuların sahnede kostüm değiştirip yeni bir karaktere bürünmesi, birileri oyununu sergilerken diğerlerinin kenara çekilip onları seyretmesi -tıpkı hayatta olduğu gibi.

Hayat da göremediğimizin görünür kılınma haliydi.

-Birileri bizi sahneye davet eder biz oyunumuzu oynarız onlar seyreder sonra sıra onlara gelir.-

Bir sahnesinde Roberto Zucco şeffaf olmak zahmetli bir görevdir diyor.

Onun varoluş sebebi de bu temel üzerine oturuyor aslında.

Dokunduğu her insanda onların bir yanını tamamlıyor sonra kopup ayrılıyor.

Dönüşüm tamamlandığında baba, anne ve çocuk katili oluyor, bir de toplumu temsilen polis. 

Hayatına girdiği insanların hikayelerinin toplamı traji-komik görünüyor.

Ve şeffaf olanın dokunduğu her birey o kadar günümüzden, şimdiden izler taşıyordu ki oyundan  haberli olup daha önce görmediğime üzüldüm.

Ve o kadar enerjisi yüksek oyuncular vardı ki sahneye hakim, seyirciye enerjisi geçen, onları alıp, derhal kendisine odaklayan.  Biz seyirciler kendimizle o kadar meşguldük ki bence oyuncuların da performansının pek hakkını alkışla veremedik oyun boyunca çünkü zihnimiz anılarımız ya da şahitliklerimizle meşguldü.

Bazen her şey olması gerektiği gibi o kadar doğal gerçekleşir ki aslında kimse araya girip sihri bozmaz istemez belki de öyle bir zaman açıldı dün akşam.

Kelimelerin içini biz doldururuz. 

Roberto Zucco kendi yolculuğunu tamamlayıp en başa döndüğünde -burası hapishanesi ya da komiseri öldürdüğü yer oluyor. Orada onu tanıyan ilk kişi ise hala masumiyetini sır gibi sakladığını sanan küçük kız oluyor.

Bu arada sahnede Ailesel Atık bidonu fikrini çok sevdim. Oradan Roberto Zucco’nun çıkmasını.

Sarhoş baba sahneye çıktığında çocukların halini, annenin yorgun triplerini. Sonra çamaşır sepetinden babadan sakladığı birayı çıkarıp içmesini..

Evde kalmış ablanın kız kardeşi aşağı çekme çabalarını.

Ağbinin kalın kenarlı çizilmiş kütük hali.

Kardeşini yüksek fiyatla sattıktan sonra yorgun yaşlı fahişeye günah çıkarmak istediğinde aldığı tek cevapla -aynada kendini net görüp rahatlayıp kalkmasını sevdim.

Kendime sormadan da edemedim –kimlere böyle iyilik yaptım acaba diye.

Çünkü herkes birbirinde kendini görüp istediğini alır, siz ne kadar kendiniz olduğunuz sırrıyla masum olduğunuza inansanız da.