Dün akşam yemeğinde, dostlarımızla sohbet ederken, kendi özel hayatımız dışında günlük hayatın dedikodularına sıra geldiğinde, ilk gündemimizde kurulan yeni parti vardı. Gelecek Partisi’nin logosundan bahsettik. Kimse logoyu beğenmemiş. Sosyal medyada tüm gün bu konu dolaşmış. Ben konuyla ilgilenmediğim için dikkatimi çekmemişti o ana kadar. Çınar yaprağı bana marihuana yaprağını hatırlattı. Zıtlıklardan yola çıkıp partinin kurucusunun yüzünü düşününce aklıma ilk o geldi nedense.

Ak Parti’nin de logosunu değiştirmesi gerekiyormuş. Zaman içerisinde fikirler gibi logoların da revize edilmesi gerekirmiş.

Onlar kendi aralarında bu konuları konuşurken, benim de aklıma birden gün içinde haberine rastladığım ve filmini izlediğim olay geldi. Netflix’te yayınlanan The First Temptation of Christ (Mesih'in İlk Günahı) adlı Brezilya yapımı dizi tepki çekmiş. Birden ortaya atılıp, “Duydunuz mu? İsa’nın gay olduğu bir komedi filmi yayınlamış Netflix. Büyük infial yaratmış sosyal medyada ve Hıristiyan dünyasında. Özellikle de Brezilya’da. İnsanlar Netflix üyeliklerini iptal etmişler. Bir bakan açıklama yapmış insanların inanışlarına hakaret eden böyle bir durumu esefle karşıladığını söylemiş”, dedim. Sonra filmi anlattım azıcık. İnsanlar ne görmek istiyorlarsa onu görüyorlar dedim. Ben filmi seyrederken yine tanrıyı, inancı gördüm, diyerek sözümü bitirdim.

Büyük bir sessizlik oldu. Ya da kocaman bir boşluk oluştu aniden sanki.

Kocam yarın cumartesi olması ne garip. Bazen çalışmadığımı unutup telaşa kapılıyorum erken kalkacağım diye, dedi.

Kuzenim sözü alıp, evet tuhaf oluyor insan, diye mırıldandı.

Ben salak salak baktık etrafıma. Ufaldığımı, şeffaf, görünmez olduğumu hissettim bir an.

Şaka gibi geldi her şey. Açılan o çukurdan düşmüştüm sanki. Kimse fark etmemişti.

Hepsini iyi tanıdığım için ısrar ettim konuda. Çünkü güvendiğim bir alandaydım.

Ya şimdi siz ne diyorsunuz bu İsa konusuna dedim, neden dinlemiyorsunuz?

Evet, cumartesileri erken kalkmamak şahane bir şey, gibi bir şeyler söyledi kocam. Kuzenim onun sözlerine karşılık verdi.

Beni görmemekte ve duymamakta ısrarcı olduklarından emin olunca, ben de eyvallah deyip, evet dedim. Yenilgiyi kabul edip konuşmalarının arasına sızdım yeniden.

Görünmez olmak korkunç bir şeymiş. Hele bir de tanıdıklarının arasında yok farz edilmek iğrenç, bir de onları anlamak, çok net görmek daha iğrenç.

Bugün oturdum. O Netflix’te bugünün gelir geçeriyle geçmişteki anı anlatan filmin bir başka versiyonunu da seyrettim. Amacım daha geniş bilgiye sahip olmaktı.

Film, uyarlandığı Nikos Kazantzakis’in The Last Temptation of Christ (Günaha Son Çağrı) kitabından alıntıyla başlıyor.

“İsa’nın doğasındaki ikilik, tanrıya ulaşmak için hem insani hem de insanüstü bu arzu; benim için hiçbir zaman anlayamadığım bir sırdır. Gençliğimden beri en büyük acım, bütün neşemin ve dertlerimin kaynağı, yüreğimle gövdem arasındaki sonu gelmeyen çatışma olmuştur. Ve ruhum da bu iki ordunun karşılaşıp dövüştüğü bir arenadır. “

Aynı adlı filmde dış ses devam ediyor konuşmaya, ”Bu film İncil’lere değil içimizdeki sonsuz tinsel çatışmaları dile getiren kurgusal çalışmaya dayanmaktadır.”

Ve sahne, Hz. İsa’nın yerde acı içinde kıvranmasıyla başlıyor. Acısının nedeninden emin olamadığı sanrılarla.

Film boyunca İsa gerçekten insani duygularla tanrısal duygular arasında gidip geliyor. Tanrısına yalvarıyor bazen, ben olmasam olmaz mı? diyor, ölmesem! Beni neden seçtin, diyor.

Normal insanların yaşayacağı tüm çelişkileri yaşayarak kavuşuyor babasına.

Filmin en sonunda çarmıha geriliyor İsa. İnsanlar onu seyrediyor. Alay ediyorlar, taşlıyorlar, gülüyorlar. Kendi aralarında konuşuyor kadınlar, sanki normal bir şey var. Orada insanların bedenleri çivilere asılı değil.

Onlara bakarken İsa, tanrım onları afet, diyor.

Bu anlattıklarım inançla ilgili bir şey. İsa’nın inancı ya da filmi seyrederken onun ne bildiği ile ilgili, seyirciye geçen duygu ile ilintili bir hal.

O zaman İsa’nın gözünden etrafa bakınca sesler yok oluyor. Zaman donuyor. Her bir harfin içinde İsa oluyor belki de. Bilmiyorum.

Zaten yönetmen de bunu veriyor seyirciye.

Zıtlıklar insanı tersine koşturur. Zıtlıkları tanımlamayı bilmiyorum belki de sadece hayvani duygularımla tersine koşmayı becerebiliyorum.

Acı’nın zıttı nedir?

Ya da çarmıha gerildiğinde üstelik inandığın biri sana yanıma gel ama gelişin otobüsle olmasın en yakın en güvendiğin dostuna söyle gitsin seni ihbar etsin, seni yakalamalarını bekle, önce işkence gör. Sonra seni üçgen bir tahtaya çivilesinler sonrası bahar olacak, dese.

Rüyaya dalacaksın ama hiç ölmeyeceksin dese.

Hangi tarafa koşar insan?

Ben hiç bilmiyorum. Düşündüm ama bulamadım.

Yani biliyorum da söylemek istemiyorum.

Ama anladım bugün İsa’nın gay olarak komedi filminin çekilmesinin manasını. Bundan yıllar önce Nikos Kazantzakis romanından uyarlanan Martin Scorsese'nin beyazperdeye aktardığı 1988 yapımı Günaha Son Çağrı filminin Müslüman ve Hristiyan alemini çılgına çevirmesini de anladım.

Ellerindeki şablona uymuyor.

Film Emek Sineması’nda gösterilirken insanlar, sinemanın kapısında gösteri yapmışlar. “İsa bizimdir” diye slogan atmışlar.

Filmin sonunda melek elinden tutup Hz. İsa’yı yeryüzünde gezdiriyor.

İsa diyor ki, burası orası mı? Melek kıkırdıyor. Hayır, burası yeryüzü. Sen değiştin. İnsanın kalbi ile yeryüzünün uyumu tanrının saltanatıdır. Biliyor musun? diyor, bazen biz melekler yeryüzüne bakıp sizi kıskanıyoruz.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.