Üniversite yıllarımda misafir kaldığım evin halası, yeğenlerini yanımda o kadar kötü dövmüştü ki utancımdan kaçacak delik aramış, buhar olup uçmak istemiştim. Oturup sohbet ederken çocuklar fazla şamata yaptılar diye hala birden sinirlenip iki erkek kardeşi tekme tokat girişmişti. Çocuklar yerde başlarını kollarıyla koruyup halalarının öfkesi dinene kadar öyle beklemişlerdi. Kadın tekmelemekten yorulduğunda oğlanlar yerden gülerek kalkmış bir köşeye oturmuşlardı.

Bir daha çocuklarının yüzlerine bakamamıştım utancımdan ama gülmeleri şaşırtmıştı beni, bunlar dayak arsızı olmuşlar diye düşünmeden de edememiştim. İnsan her önüne gelen tarafından ensesine yapıştırılan biri olursa eşiğini yükseltmek zorunda kalıyor herhalde.

Bazı anneler çocuklarını korkutmak, hizaya sokmak için evdekileri erkekleri kullanırlar. Kocalarını bu konuda pasif görürlerse, korku salmak için oğullarını görev başına çağırırlar. Oğullar hiç fark etmeden annelerin öfke maşası olur. Erken gel ağabeyini kızdırma, kalk ağabeyine su ver, pantolonunu ütüle. Ağabeyinin arkadaşı seni yolda görmüş, kızım kızdırma ağabeyini gibi söylemler annenin elini kirletmeden etrafını yönetmek için bulduğu yöntemlerdir.

Güçlü yanında olup güçlüyü sürekli tetikte tutarak iktidarın ucundan tutma yöntemidir aslında. Ağabeyinden ödü kopan koca kadınlar tanıyorum ben.

Meşrutiyet döneminde kadın hareketlerini inceledim bu hafta, ilk kadın hareketini başlatan Ulviye Mevlan hanımın hayatını okudum. Pazar günü Şamil Vakfının düzenlediği 8 Mart Dünya Kadınlar günü toplantısında Ulviye Mevlan’ın yaşamı ve düşüncelerinden bahsedeceğim. O dönem evlilik kurumu ve kadın erkek görev paylaşımından bahsederken erkeğin evi geçindirmekle sorumlu olduğunu kadının ise evin işleri ve çocukların bakım ve eğitiminden sorumlu olduğundan bahsediyor. Bu görev paylaşımı günümüzde de geçerliliğini koruyor. Bu adamlar ev ahalisinin namusundan, karnının doymasından, üzerine giyecekleri giysiden tek başına sorumlu olunca sırtlarında büyük bir yük hissediyorlar olmalılar aynı zamanda bu sorumluluklarla da kendilerini bir halt sanıyorlar doğal olarak.

Erkekler, ailelerinin gözünde ve kendi evlerinde sadece cinsiyetlerinden dolayı doğuştan kazandıkları bu itibar onların dışarıdaki sosyal hayatında pek geçerli olmuyor. Onalar dışarıda kendilerini işleriyle var ediyorlar. Sokakta kendilerini iyi hissettiren şey ceplerindeki paraları ve mevkileri oluyor. Şayet işler yolunda gitmez cepleri boş olursa, iş yerinde itibar görmediklerine inanırlarsa, işe yaramadıklarını kişiliklerinin hasar aldığını düşünüyorlar. Öfkelerini de evdeki tebaalarından çıkarıyorlar.

Manyak kadın yok değil aslında, işten gelen kocasını antrede çorabına kadar soyup steril ettikten sonra salona alan, kanepeye oturmasına izin vermeyen ya da kanepelerinin aslını unutturacak örtülerin altında kumaşını saklayıp tüm güzellikleri misafirlerine saklayan tipler çok.

Erkekler evlendikten sonra karılarının ve çocuklarının üzerinden anne babalarına yapmaları gereken görevlerini icra etmeye çalışıyorlar. Çocuklar ve kadın ailesine saygı göstersin, hizmet etsin o da yönetsin istiyorlar. Evde kocaların eksiklerini kadınlar hatırlattığında ya da artık onunla yaşamak istemediğinde acayip sinirleniyorlar. Sen kim oluyorsun da beni terk ediyorsun. Neyin eksik, sen ve çocuklar için

Öfkelerini gösterme yolları neyse onunla kadının tepkisini bertaraf etmeye çalışıyorlar.

Haruki Murakami, Sahilde Kafka romanında aristokrat ailelerinin çocuklarını sözleriyle yaraladıklarını bu yaraların kalıcı izler bıraktığını, taşralı ailelerin çocuklarını fiziksel şiddet ile eğittiğini ancak bu şiddetin sözler kadar zarar vermediğini söylüyor.

Kadınlar kocalarını eleştirdiklerinde ya da artık onlarla yaşamak istemediklerinde bunu kendilerine yapılmış en büyük hakaret sayen taşralı erkekler karılarının kolunu kanadını kırıp hizaya sokmaya çalışıyorlar hızlarını alamazlarsa canlarını alıyorlar. Eğitimli erkekler ise kendilerinden yüz çeviren kadınların kişiliklerine saldırıp toplumun ağzıyla onlara hakaret ederek itibarsızlaştırma yolunu seçiyorlar.

Kadınlar toplumun içinde var olmaya başladıkları andan itibaren bir yanlarında sürekli suçluluk hissetmelerine sebep olacak davranışlara maruz kalıyorlar. Sebebini çoğunlukla bilmedikleri sebepsiz bir huzursuzla yaşamak zorunda bırakılıyorlar.

Otobüste, takside iş yerinde dikkatli olmak zorundadırlar. İçlerinden geldiği gibi gülerlerse dikkat çekmeyi seven kaltak, öfkelerini şiddetle belirtilerse yeterince ilgi görmemiş arsız kaltak oluyorlar ve kesinlikle toplum içinde yalnız bırakılıyorlar. İnsanların onlara yardım etme şekilleri de eleştirileri de aşağılamadan geçiyor.

Neyse bu konu yaşarken de yazarken de canımı sıkıyor. Bir adım atarken elli adım sonrasını düşünmemiz gerektiğini söylemiş peygamberimiz.

Lütfen anneler, teyzeler, halalar etrafınızdaki çocuklara bari kendinize duyduğunuz saygı kadar saygı gösterin. Büyüdüklerinde sizin de canını yakacak olayların temel taşlarına bir de siz sıva yapmayın.

Güzel günlerde görüşelim.