Bana sorarsanız dün sabah Topkapı Sarayı’ndaki silahlı saldırı, Suriye rejiminden Türkiye’ye açık ve net bir mesajdı. Tabii elimde ne bunu kanıtlayacak bir belge, ne de istihbarat raporu var.
Ancak normal mi dün yaşadıklarımız?
Bakın; Arap basınında daha sonra asparagas olduğu anlaşılan ‘Libyalı muhalifler Türkiye üzerinden Suriye’ye savaşmaya gidiyor’ haberlerinin hemen ardından, bir Libyalı tam ters istikamette Suriye üzerinden Türkiye’ye geliyor. Beşar Esad’ın “Türkiye’de bazıları Osmanlı hayalini kuruyor” diye Ankara’ya kafa tutmasının ardından eylem için mekân olarak Osmanlı’nın kalbi Topkapı Sarayı’nı seçiyor. Ve Türkiye’nin Suriye ordusundan kaçan rejim karşıtı askerlerin oluşturduğu Hür Suriye Ordusu’na Antakya’da kamp verdiği bir zamanda, saldırgan göstere göstere bir av tüfeğiyle geldiği Topkapı’da bir asker ve üniformalı bir özel güvenlikçiyi hedef alıyor.
Yanılıyor olabilirim ama bu tam da Suriye rejiminin tarih olduğunu hâlâ kavrayamadığı 1970’lerin Ortadoğu’sunun tarzı. Terörün, kukla örgütlerin, silahlı eylemlerin, sembollerin hüküm sürdüğü eski Ortadoğu’da rejimler, örgütler, kapalı kapılan ardından yapılan ittifaklar ve pazarlıklar var.
Bugün ise Arap dünyasında bambaşka bir şey; ilk kez ‘birey’ var. Haklarını istiyor. Eşitlik diyor. Ve facebook’tan, twitter’dan, Skype’dan dünyaya sesini duyurmaya çalışıyor.
O bireylerden oluşan insan kalabalıkları, Mısır’da, Tunus’ta, Fas’ta, Bahreyn’de yıllardır erişemedikleri sarayların kapılarını zorluyor. Sonuçta yanlış seçimler yapabilirler, yeniden bir otokrat çıkabilir, bazı liberallerin korktuğu gibi İslamcıları seçebilirler. Ama olsun; burun kıvırmaya, ‘Bu zavallılar mı seçim yapacak’ demeye hakkınız yok. Demokrasi, mükemmel olmamakla birlikte bütün alternatiflerinden iyidir. Türkiye halkı için demokrasi istiyorsak, Suriyeliler için de Mısırlılar için de isteyeceğiz.
Dönelim Topkapı eylemine. Gerçekten bu olayın arkasında Suriye (ya da Tahran’daki hamileri) varsa, ne mesaj vermek istedikleri açık: “Geri dur, Osmanlı hayalinden vazgeç, yoksa ülkeni kana bularız.”
İran bu hafta İngiltere elçisini attı, 1979’daki gibi elçilik bastı. Hem İran hem de Suriye dünyaya karşı cephe almış durumda. Her şeyi göze alıp kan akıtma pahasına rejimlerini koruma sevdasındalar.
Ama, ne diyeyim, insanlık onurunun bu karanlık rejimleri yeneceğini ümit ediyorum. Birazcıcık yardım almak kaydıyla...

 

Balbay’a 1000 selam
Bu sütunda sık sık Türkiye’nin Ortadoğu’da halkların özgürlük ve demokrasi arayışını desteklerken, içerde baskıların artmasını, muhalefet hakkı ve ifade özgürlüğünün peyderpey kısıtlanmasını eleştiriyorum. Doğru olan, hükümetin dış politikada takındığı tutum. Yanlış olan, gazetecilerin hücreye atılması, poşu giyen gençlerin alelacele 45 yıl hapsinin istenmesi...
Tutuklu gazetecilerin durumu, ileri demokrasinin en büyük ayıplarından biri olmaya devam ediyor. Dün hapisteki 1000’inci gününü dolduran Mustafa Balbay’ın eşi Gülşah Balbay, CNN Türk’teki Medya Mahallesi’nde bütün sempatikliği ve doğallığıyla “En şerefli günlerimi yaşadım. Balbay soyadını taşımaktan gurur duyuyorum. Onun için dağları, tepeleri aşarım. Ama artık dönmesini, yuvasına gelmesini bekliyorum” diyordu. Biz de ‘inşallah’ diyelim..