Uzun zamandır elimde bir kitap var kitap okumayı zulüm gibi görenlerin tuğla gibi dediği cinsten bir şey. Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisinden Katherine Mansfield öykülerini okuyorum. Katıksız Mutluluk adlı kitapta toplanmış olan tüm öykülerinin arasında ölümünden sonra yayımlanan eserleri de var.

Onun hikayelerine başlama şekline ve okuyucuyu şaşırtan bir şekilde son vermesine bayılıyorum. Her öyküsü başka bir şaşırtıcı sürprizle sonuçlanıyor.

Bazen hikaye başladığında olayın kahramanı sandığınız kişileri başlangıçta gölgede olan kahraman gölgede bırakıp hikaye sonlanırken yaşattığı olayla birden hikayenin akılda kalan haklı kahramanı oluyor.

Kullandığı yalın dil, olayları anlatırken ki sadeliği günümüz hikayecilerinin ulaşmak istediği bunu yaparken belki de kelimelere yeterince ruh katamadıklarından başarılı olamayıp hikayenin dozunu düşürdükleri bir yer.

Evde bir türlü insanlara dinletmeyi başaramadığım –genelde onlara kitap okurum ama bazen huysuzluk ederler- ama okumayı çok istediğim bir bölümü yazmak için bugün okuduğum kitaptan bir daha bahsetmeye karar verdim. Aslında içinde okumak istediğim çok hikaye var ama bu saflığın hikayesi o yüzden çok hoşuma gidiyor ve sizinle paylaşıp bildiğiniz duyguyu yeniden hatırlamanızı istiyorum.

Burnell’lerin çamaşırlığında çaydan sonra tuhaf bir topluluk bir araya geldi. Oradaki masanın çevresinde bir boğa, bir horoz, boyuna eşek olduğunu unutup duran bir eşek, bir koyun, bir arı oturuyordu. Böyle toplantı için en uygun yer çamaşırlıktı çünkü istedikleri kadar gürültü yapabilirlerdi, hiç kimse işlerine karışmıyordu. Tek katlı evden ayrı küçük bir sundurmaydı orası. Duvara karşı derin bir yalak, köşede üstünde mandal sepeti duran bakır vardı…

“Sen arı olmazsın Kezia. Arı hayvan değildir. Böccüktür.”

“Ah ama ben fena halde arı olmak istiyorum,,” diye sızlandı Kezia… ufacık bir arı, tepeden tırnağa sarı tüylü, çizgili bacaklı. Bacaklarını altına topladı, masaya yaslandı, arı olduğunu hissediyordu.

“Böccük de hayvan olmalı,” dedi kararlılıkla. “Gürültü yapıyor. Balık gibi değil.”

“Ben boğayım, ben boğayım” diye haykırdı Pip. Öyle gümbürtüyle böğürdü ki – nasıl çıkarmıştı o sesi?- Lot-tie’nin ödü patladı.

“Ben koyun olacağım,” dedi küçük Rags, “Koca bir sürü koyun geçti bu sabah”

Belki de burada hikayenin en başına dönüp o muhteşem girişi yazmalıyım.

“Sabahın çok erken saatleri. Güneş daha doğmamıştı, Crescent Körfezi’nin tümü beyaz deniz buğusu altında gizliydi. Arkadaki büyük çalılıklarla kaplı tepeler pusa boğulmuştu. Onların nerede bittiğini, otlakların, tahta kulübelerin nerede başladığını göremiyordunuz… Ağır bir çiğ inmişti. Otlar maviydi. Kocaman damlalar düpedüz çalılarda asılı duruyor, düşmüyordu… Sanki deniz karanlıkta usulca çalkalanmış, tek koca dalga kabara kabara gelmişti –ne kadar uzağa? Belki de gecenin bir yarısı uyansaydınız koca bir balığın çabucak cama değdiğini, yine uzaklaştığını görebilirdiniz…

Mee! Mee! Koyunlar yelpaze gibi yayıldı. Uyuyan insanlardan ilki yatağında dönüp uykulu başını kaldırmadan hemen önce yaz topluluğunda tek tek belirginleştiler, bağrışmaları küçük çocukların rüyalarında yankılandı… uykunun sevgili küçük kuzucuklarını kendilerine çekmek, kucaklamak için kollarını uzatan çocukların. Ardından oralarda yaşayanların ilki ortaya çıktı, bahçe kapısı direğinin üstünde oturan her zaman ki gibi sabahın köründe kalkmış, sütçü kızı bekleyen Burnell’in kedisi Florrie’ydi. Yaşlı çoban köpeğini görünce hızla ayağa fırladı, sırtını kamburlaştı, tekir başını içeri çekti, sanki beğenmezlikle usulca titredi. “Öff ne bayağı, iğrenç yaratık” dedi Florrie. Oysa başını kaldırıp bakmayan yaşlı çoban köpeği, bacaklarını bir o yana bir yana savurup sallana sallana geçip gitti. Onu gördüğünü, aptal bir genç dişi olarak düşündüğünü kanıtlamak için kulaklarından biri seyirdi sadece.”

Ve çamaşırlığa yeniden dönüyorum tekrar.

“Ben koyun olacağım” demişti Rags en son ve “Koca bir sürü koyun geçti bu sabah” demişti.

“Nereden biliyorsun?”

“Babam duymuş, Mee!” Arkadan seğirten, birileri gelip alsın diye bekler görünen küçük kuzucuk gibi meledi.

“Üüürüü-üüü-üü!” diye tiz çığlığını attı İsabel. Kırmızı yanaklarıyla, parlak gözleriyle horoza benziyordu.

“Ben ne olacağım” diye soruyordu Lottie herkese, orada gülümseyerek oturuyor, kendisi için karar vermelerini bekliyordu. Kolay bir şeyler olmalıydı.

“Sen eşek ol, Lottie.” Bu düşünce Kezia’dan çıktı. “Aaaa-iii! Bunu unutmazsın.”

Lottie ağırbaşlıkla, “Aaaa-iii” dedi, “Ne zaman zaman söylemem gerekiyor?”

“Ben sana açıklarım sana söylerim,” dedi Boğa, Kartları tutan oydu. Başının üstünde salladı. ”Hepiniz sessiz olun! Hepiniz dinleyin!” Ve onları bekledi. “Buraya bak, Lottie,” Bir kartı çevirdi. “Üstünde iki tane nokta var – görüyorsun, ya? Şimdi bu kartı ortaya koyarsan, başka kimsede iki noktalı kart yoksa sen “Aaa-iii” diyorsun, kart senin oluyor.”

“Benim mi?” Lottie’nin gözleri faltaşı gibi açıldı. “Ben de mi kalacak?”

“Hayır salak. Yalnızca oyun için, anlasana. Oynarken” Boğa ona çok kızdı.

“Ah Lottie, biraz salaksın,” dedi gururlu horoz.

Lottie ikisine baktı. Sonra başı önüne düştü, dudağı titredi. “Oynamak istemiyorum,” diye fısıldadı. Ötekiler suç ortakları gibi birbirlerine göz attı. Hepsi bunun ne demek olduğunu biliyordu. Çıkıp gidecek, önlüğünü kafasının üstünden geçirmiş, bir köşede, duvarın kıyısında ya da hatta koltuğun arkasında bir yerlerde dururken bulacaktı birileri onu.

“Evet, oynuyorsun, Lottie, çok kolay,” dedi Kezia.

Ve İsabel, bin pişman, tıpkı büyükler gibi konuştu, “Beni izle, Lottie, kısa sürede öğrenirsin.”

“Neşelen Lo,” dedi Pip. “İşte, ben ne yapacağımı biliyorum. İlkini sana vereceğim. Aslında benim, ama sana vereceğim. Al işte.” Kartı Lottie’nin önüne çarparak attı.

Bunun üzerine Lottie canlandı. Oysa şimdi bir derdi daha vardı, “Mendil istiyorum, çok fena halde.”

“İşte, Lottie, benimkini kullanabilirsin.” Rags gemici gömleğinin göğsüne eline daldırdı, çok ıslak görünen, düğümlü bir mendil çıkardı. “Çok dikkatli ol,” diye uyardı. “Yalnızca şu köşeyi kullan. Sakın düğümü açma. İçinde deniz yıldızı var onu evcilleştirmeye çalışacağım.”

“Off, haydi kızlar” dedi boğa “Ve dikkat- kartlarınıza bakmayacaksınız. Ben “başla” deyince kadar elleriniz masanın altında kalacak.”

Şak şak diye dolaştı kartlar masanın çevresinde. Bütün güçleriyle görmeye çalıştılar ama Pip onlardan fazla hızlıydı. Orada çamaşırlıkta oturmak çok coşku vericiydi, Pip kartları dağıtmayı bitirinceye kadar küçük bir hayvan korosuna dönüşmemek için tek şey buydu.

“Şimdi Lottie, sen başla”

Utana sıkıla Lottie elini uzattı, önündeki desteden en üstteki kartı aldı,

İyice baktı- benekleri saydığı belliydi- yere bıraktı.

“Hayır, Lottie, böyle yapamazsın. Önce bakamazsın, öteki yüzünü çevirmelisin.”

“Ama o zaman herkes benimle aynı zamanda görür,” dedi Lottie

Oyun ilerledi. Böööğğğ-ööğ! Boğa korkunçtu. Masanın üstüne doğru atıldı, kartları yiyecek gibiydi.

Vızz! dedi arı.

Üürüü-üü! İsabel coşkuyla ayağa fırladı, dirseklerini kanat gibi çırptı.

Mee! Küçük Rags karo papazını yere bıraktı, Lottie de İspaanya dediklerini bıraktı. Elinde hemen hiç kart kalmamıştı.

“Sen niye bağırmıyorsun, Lottie?”

“Ne olduğumu unuttum,” dedi eşek üzüntüyle

“İyi değiştirelim! Onun yerine köpek ol! Hav-Hav!”

“Ay evet bu çok daha kolay.” Lottie yine gülümsüyordu.



“Şşşşişt! Dur bir dakika! Boğa elini kaldırıp onları durdurduğunda tam ortasına gelmişlerdi. “Bu ne? Bu ses ne?”

“Ne sesi? Ne demek istiyorsun,” diye sordu Horoz



Hızla bütün küçük kafalar havaya kalktı, bütün küçük bedenler birbirine sokuldu, sımsıkı.

“Niye gelip birisi bizi çağırmıyor,” diye bağırdı horoz

Ah, şu büyükler, gülerek, rahat rahat lamba ışığında fincanlardan çay içiyorlar, onları unutmuşlar.



Ansızın Lottie öyle kulak delici tiz bir çığlık koyverdi ki hepsi tahta sıralardan ayağa fırladı, hepsi çığlık attı. “Bir surat, bir surat bakıyor!” diye çığlığı bastı Lottie.

Doğruydu, gerçekti. Pencereye bastırılmış solgun bir yüz, kara gözler, kara sakal.

Merak etmeyin bu hoş hikayenin sonunda öyle günlük hayatımızda bu aralar çok sık gördüğümüz sapık şeylerden biri yok sadece çocuklardan birinin çılgın sıradışı dedesi torununu eve götürmeye gelmiş hepsi bu.

Güzel günlerde güzel hikayelerle görüşelim efendim.