Sağlık meselesi iki türlüdür. Biri sağlığa odaklanmak, onu korumak ve geliştirmek, ikincisi hastalık ve tedavisi.

Anti demokratik ülkelerde emekçi dostu olmayan rejimlerin ruh sağlığını olumsuz etkiledikleri kesin bir bilgidir.

Adaletsizlik toplumun ruh sağlığını ciddi şekilde etkiler. Birçok hastalığı tetikler. Izdırap ve tahammülsüzlük yaratır. Kendine, ötekine ve bütüne güvensizlik oluşturur. Öfke ve kontrolsüz öfke yaratır.

Hukuk çok değerli bir güvencedir. Bağımsız olması gereken mahkemelerde, bugün kullanılan yalancı tanık, gizli tanık müessesesi ile insanların hayatları karartılıyorlar. Bu tür uygulamalar toplumun bilinç altına korku yerleştirmeyi de amaçlar. Bana karşı çıkarsan hukuk mukuk tanımam, bir şey uydurur bertaraf ederim seni mesajı vermektedir.

Adaletsizlik bir stres ve depresyon sebebidir ayrıca, sürekli insanları bir kaygı içinde bırakarak, anksiyete bozukluğuna da sebep olur.

Yoksulluk, yokluk da öyledir. Hele sosyal medyanın bu denli kullanıldığı bu dönemde biri yer biri bakar hali ruh sağlığını daha beter bozar.

Bir emekçinin evde, işyerinde, okulda sosyal hayatta anti demokratik yasalara bağlı olarak karşılaştığı sorunlar derin depresyon sebebidir.

Çalışma koşulları da hastalık üretmektedir. Mesela bizim ülkede kot taşlama işçileri başta olmak üzere birçok meslek hastalığı vardır. Burada belirleyici rolü sendikalar üstlenmeleri gerekir. Sendikaların asli görevi meslek problemlerini çözmek olması gerekirken ülkemizde sendikalar iki türlüdür. Ya ağalık ve bürokratik sistem vardır, ya da aşırı politikleşmiş bir organizasyondur. İki şekilden de çalışanlara iyilik gelmez.

Otoriter rejimler döneminde gündelik hayatın iyileştirilmesi üzerine düşünmek gerekir. Dayanışma bu dönemlerde önemli bir rol oynar. Dayanışmanın bin bir türlü hali vardır. Hukuki, tıbbi, psikolojik, ekonomik... O halde bazı kurumların politikleşmeden salt kuruluş amacına uygun davranması dahi emekçiler arasında gündelik hayat refahını bir nebze geliştirebilir. Hayat politiktir ve politika dışında bir pozisyon alışı boş bir çaba olarak gören unsurlar vardır. Bu unsurlar kısmen haksızdır. Gündelik hayatı iyileştirme çabası değerlidir. Bu konuda belediyelerin sonsuz olanakları vardır. Belediyelerin ne denli imkân ve olanaklara sahip olduğunu bilemezsiniz. Fakat halkın ruh sağlığına iyi gelecek şeyler yapma konusunda ne bilinç ne niyet vardır.

Peki bireyler ne yapabilir?

Bu konuda elbette sihirli bir değnek var. Adına ecnebiler KASAM diyorlar. Yani bağlam duygusu geliştirmek olarak çevrilebilir.

Daha öncede yazdım bu konuda, gerçekten çağımızın normalleşme kapılardan biridir bu yöntem. Burada en önemli mesele gerçeklik ve mana. Bu manadan öyle derinlikli, metafizik ya da ulvi meseleler anlamayın. Basit gündelik hayat ile uyumlu ve sürdürülebilir bir anlam önermesi var. İmkânlarımız bağlamında hayatımızı nasıl daha iyi hale getirebiliriz? Mesele bu denli basittir.

Benim inancıma göre dengeli bir hayat kurmanın dört basamağı vardır.

Birinci basamak sağlıktır. Sağlıklı iseniz sağlığınızı korumaya odaklanacaksınız. Hastaysanız tedavi olacaksınız.

Sağlığı koruma, geliştirme ve geleceği planlama bir çaba eseri olur. Biz daha çok kendiliğindenci bir yaklaşım içindeyiz. Oysa sağlık üzerine de plan yapma ve düşünme değer taşır. Bunu unutmamak lazım.

Sağlığı korumak ve geliştirmek çoğu zaman bedavadır. Mesela spor yapmak buna yeterli bir çabadır. Mesela ortalama zararlı yiyeceklerden uzak durmak. Tuzu şekeri bırakmak dahi sağlığa bir yatırımdır. (Güzin abla yazıları gibi oldu ama bu gerçek...)

İş ikinci basamaktır. İşsizlik belalı bir mevzudur ve bu mevzuyu aşmak için her daim yapılacak bir şey olmak zorundadır. Pozisyon değiştirmek, bakış açısını değiştirmek, iş garantili eğitimlere odaklanmak, olmadı pazarcılık yapmak dahi onlarca şekilde açılabilir. Bu meselenin çözümünü sadece devletten hukümetten beklememek gerekir. Zira devlet ve hukümet halk dostu olmayabilir. Bu denli önemli bir mesele onlara bırakılmayacak derecede mühimdir. Kişisel çaba ile bu meseleyi çözmek ruh ve beden sağlığınıza yapacağınız en büyük yatırımdır.

Çalışmazsan mutlaka başkasından finanse olacaksın. Bu da senin yükünün başkasına maliyet edilmesi anlamına gelir. Ben Avrupa'da en önemli değerin çalışmak olduğunu gördüm. Eğer çalışıyorsan sen daha önemlisin. Ne çalıştığın önemli değil. İşsizlik çaresizliği ve dahi tembelliğe övgü yapılan tüm önermeler problemlidir.

Size bir hikâye anlatayım. ODTÜ fizik mezunu bir arkadaşım vardı. Yıllarca dershanelerde karın tokluğuna öğretmenlik yaptı. Bu arkadaşa dedim ki bazı meslekler var, çok kolay iş bulmaktalar mesela Odyometri. Bu bölüm iki yıllıktır. Güle oynaya kazanır ve okursun. Öyle oldu. Güle oynaya ve de burslu kazanıp iki yılda okulu bitirdi. İş güvenceli ve insanca koşullara sahip bir işi daha okul bitmeden bulup hayatını inşa etti. Yani ODTÜ Fizik diploması ile değil de Hacettepe Odyometri diye iki yıllık bölüm üzerinden hayatını kurdu. Pozisyon değiştirmek dediğim budur.

Herkes avukat, mühendis olmak zorunda değildir. Türkiye'de avukatların yüzde yirmisi başka avukatın yanında karın tokluğuna çalışıyor.

Bir elektrikçi ustasının iş bulma imkânı İktisat, tarih, felsefe mezunu üniversite mezunundan 10 kat fazladır ve tüm Türkiye'de bile daha fazladır. Yani büyük ya da küçük şehirde yaşamayı seçme hakkına sahiptir elektrikçi. O halde neden okuduk diyebilirsiniz. Bu senin değil devletin ve hükümetin politikasızlığı yüzündendir.

Üçüncü basamak ise sadece BİR yaşam yoldaşı ile hayatını sürdürmektir, Buna eş/ aile/sevgili denebilir. Adı ne olursa olsun olan şeyin yaşam yoldaşı olması gerekir. Tek eşli ve yaşam yoldaşı değerinde biri ile hayat inanılmaz değer kazanır.

Yaşam yoldaşı lafını Azerilerden duydum ve çok hoşuma gitti. Yaşam yoldaşına sahip çiftlerin hayatla baş etme becerileri ve yaşam kalitesi yüksek bir hayat kurma imkânları daha mümkündür.

Peki yaşam yoldaşı nasıl bulunacak? Ben ne bileyim. Çöpçatanlık mı yapalım yani... Bu biraz şans, biraz kader, biraz tutarlılık, biraz ne istediğini bilmek ile ilgili olsa gerekir. Bu alan çok kişisel bir alandır ve kişinin istekleri, değerleri ve beklentilerine göre değişir. Burada genel bir doğru var mı tam emin değilim. Doğru sizin kaldırabildiğiniz şeydir. Tarihiniz, kültürünüz, yaşınız, beklentiniz, ufkunuz, birikiminiz, hayalleriniz, talepleriniz, toplumunuz, dininiz, ideolojiniz, mahalleniz ile şekillenen son derece kişisel bir durumdur ve genelleştirilen bir reçete olmayabilir.

Dava dördüncü basamaktır. Eğer bir insanın davası varsa kesinlikle hayatı daha renklidir. Dava nedir? Sokak çocuklarına ayakkabı temin etmek bir davadır. Devrimcilik bir davadır. Turan ülküsü bir davadır. Okullarda Kürt dili ile eğitim talebi bir davadır. Sünni İslam bir davadır, Alevilik bir davadır. İşçi sınıfının çocuklarını üniversiteye hazırlamak bir davadır. Resim çizmek bir davadır. Mahalledeki ihtiyarları düzenli ziyaret edip onlara yarenlik yapmak bir davadır. Şiir yazmak bir davadır. Kadın haklarını savunmak bir davadır. Sokak hayvanlarına mama vermek bir davadır. Örgü örmek bir davadır. Bir mülteci aileyi kardeş aile bellemek ona yardım etmek bir davadır. Kuşların göç yolunu korumak bir davadır. Nükleer enerjiye karşı çıkmak bir davadır. Bisiklet sürmek ve şehirde bisiklet yolu istemek bir davadır. Pul biriktirmek bir davadır. Marangozluk bir davadır. Eski küçük araba biriktirmek bir davadır.

Davadan bol ne var.

Dava siz kendinizle ve öteki ile kurduğunuz pozitif bağdır. Sizi iyi hissettirecek bir davanız, çabanız, hobiniz var mı? Yoksa fena...

Peki ötekini iyi hissettirecek bir çabanız var mı? O da yoksa fenadır.

Bir de şu mesele vardır. Eğer ötekini mutlu eden ve sizi mutsuz eden bir çabanız varsa hepsinden daha beterdir.

O halde size ve ötekine pozitif katkılar sunan çabalar toplamı diyebiliriz dava başlığına.

Bu dört basamağı başarabilen insanlar genelde anti demokratik rejimlerde güzel tavrı gösterebilirler. Hayat dediğin şey sağlıkla 70 yıl sürer en iyimser haliyle.

O halde ey okur bu bayram gününde bu soruyu sor kendine; ben kaç yaşındayım ve hayatın neresindeyim?