Erenköy Kız Lisesi’nde okurken bir müdür muavinimiz vardı. Adını unuttum ama tipini hatırlıyorum. Sarı soluk saçları her daim dağınık, gözlüklerinin arkasındaki kaşları çatık, özensiz giyinirdi. Bunların ilk aklıma gelmesinin sebebi kız lisesinde okuyordum, öğretmenlerimiz her daim kendilerine bakımlıydı, bir de hemcinslerimiz arasında birbirimizi katagorilere ayırma, tasnif etme kurallarımız vardı.

Ağır kominist tipi vardı. Ağır deme sebebim de bakımsız olmasıydı. Onlar makyajdan süsten hoşlanmazdı, bir de bunun erkeksi bir havası vardı. Ama kadınlardan hiç hoşlanmazdı çünkü kız öğrencilere eziyet ederdi. Kızların saçlarından tokalarını saçıyla birlikte keserek çıkarırdı.

Her neyse öğrenciler arasında onun hakkında bir efsane dolaşırdı. Kadın doğudan gelmişti. Oradaki okullardan birinden nakil olmuştu. Dönem 1980'lerdi o yüzden onun işkenceci bir kadın olduğunu söylerdi kızlar. Ya da çok işkence görmüş kafayı kırmıştı.

İşkence ve bakımsız müdür muavini eş anılırdı.

Bir keresinde beni koridorda yakalamış 19.5 günün var. Rapor getirmezsen okuldan atılırsın, demişti. Yanıma gelince tırsmıştım. Tırnağımdaki parlatıcıyı fark edip, o ojeni derhal çıkar ve odama gel dediği günden beri kadından daha bir korkardım.. Tırnaklarımı çekmiş kadar olmuştum.

Okulu kırdığım günlerin yarısını evde geçirdiğim için her zaman 20 günü zorlardım nasıl olsa evdekiler okula gitmediğim günlere çentik atmazdı, o yüzden  ailemi okula çağırmakla tehdit etmesini umursamamıştım. Canımı yakmayacağına göre ailemi bertaraf etmem kolaydı.

Zaten evdekilere kominist müdür desem algılarını bozmuş olacaktım, ondan sonra ne söylesem, benim söylediklerim doğru olurdu.

Okul hayatından en çok oğlum okula giderken nefret etmiştim. Sistemin şapşal köhneliği beni sinirden kudurturdu.

Onlar için de ben sorunlu bir veliydim.

Her neyse bu sabah okudunuz mu bilmiyorum, Aksaray’da Güzel Sanatlar Lisesine giden 17 yaşındaki liseli kız erkek arkadaşıyla bankta oturduğu için ailesine şikayet edilmekle tehdit edilmiş. Okul müdürü tehdit etmiş. Kız ailesiyle bindiği minibüsten atlayıp intihar etmiş. 4 gün yaşam mücadelesi verdikten sonra da ölmüş.

Aslında bu tarz olaylar intihar değil.

Burada şiddetten kaçmak, çaresizlikten ölümü itilmek gibi bir durum var. Artık genç kız nasıl bir ruh haline sokulduysa dünyanın sonu geldi diye düşünmüş olmalı.

Böyle şeylere yabancı değilim. Çocukluğumda dayımın karısı seni arkadaşının bisikletinde Erenköy’e giderken görmüş enişten, babana söylerse bacaklarını kırar demişti. Hiç unutmuyorum o gece dayımlarda kalmaya gitmiştim ama sabahı zor ettim. Babam acaba bacaklarımı sahiden kırar mı diye?

Genç kız belki de ailesinden korktuğu için gururu kırıldığı için ölmek istedi.

Ona duygusal şiddet uygulayan ölümden başka çare bırakmayacak kadar bunaltan insanlar bunun hesabını vermek zorundalar. Çünkü ondan sorumlu olan insanlar henüz daha yolun başında olan kıza yanlış rehberlik etmiş durumdalar.

Eğitimdeki en büyük problem belki de kurulduğundan beri problemli çocuklarla uğraşmak istememesi. Problem çözmek yerine çözümsüz hale getirip ailenin kucağına geri göndermesi.

Bir de böyle durup dururken kendi sığ ahlak anlayışını zorla öğrencilerine dayatan okul müdürleri ve öğretmenler var.

Oysa adından da belli olduğu gibi ailesinden erken yaşta koparılan çocukların okulda zaman geçirmesinin tek nedeni EĞİTİM.

Yoksa hasta zihniyetli, psikolojik problemi olan insanların dayattığı karanlığı yaşasın diye çocuklarımızı beş yaşında alıp devlet çocukluk çağından koparsın, dersliklere gömsün diye göndermiyoruz okullara. Öyle değil mi?

Daha tuvalet alışkanlığını doğru düzgün edinmemiş oyun çocuklarını, her birinin türlü türlü alışkanlıkları, ilgiye muhtaçlıkları varken sıradan bir eğitim almış tecrübesiz öğretmenlerle bütün gün baş başa bırakıp, aynı tornadan çıkmış gibi nesiller yaratmanın ne gibi bir sebebi olabilir?

Geçen gün başka bir haber daha okudum. 27 yaşında üç çocuk annesi genç kadın koca dayağından kaçmak için balkondan atladı. Kadın 4. Kattan 3. Kata düştü. Ayağa kalktığında komşusunun kapısına dayanan kocasını görünce tekrar balkondan kendini aşağı attı ve 3. Kattan zemine düşüp öldü.

Yere düştüğünde insanlar etrafına toplanıp ambulans çağırmaya kalktığında kocası bir kenarda durmuş tanıkların söylediğine yerde yatan karısını seyrediyordu.

Madde bağımlısı olan koca sosyal medya hesabında karısının ardından ağıtlar yakıp, üç meleğimiz olmasa ben de senin ardından gelirdim diye yazmış. Belki gerçekten inanarak yazmıştır. Karısına uyguladığı şiddeti uyuşturucu etkisinde yapıyordur. Kendine geldiğinde pişman oluyordur. O yüzden karısı ondan üç çocuk doğurmuştur belki de.

Ama kadının balkondan atlamasının sebebi gerçekten bu hayata dayanamadığından, nefes almak artık yük geldiğinden değil, kocasının ona uyguladığı şiddet yüzünden. Buna intihar denir mi bilmiyorum?

Cinayetin dolaylı yolu gibi geliyor bana.

Bazen birini severiz, o kadar çok severiz ki onun kabusu oluruz. Sevgimiz zulümdur aslında.  Bizim sevgimiz onun yüküdür.

Biz kendimizden çıkanı biliriz değdiği yerde nasıl bir etki bıraktığını bilemeyiz.

Bu koca da karısının ölümünün ardından, hiçbir problemimiz yoktu, her normal çift gibi biz de kavga ederdik, diyor.

Bazen birinin karşınızda ayak ayak üzerine atmış oturup kendini keyifli anlatması bile bir nevi cinayettir. Sizi öldürdüğünü fark etmeden kendisi için başarı, dinleyen için bir utancı anlatır hiç farkında olmadan.

Elbette kendimizden sorumluyuz öncelikle, ama bize değenden yola çıkıp dünyanın tüm kutsal öğretilerinin değişmeyen altın kuralını da unutmamamız hatta kulağımızda altın bir küpe gibi taşımamız gerekir. Kendimize yapılmasını istemediğimiz hiçbir şeyi başkasına yapmama kuralı.

Güzel günlerde görüşelim efendim.