Memlekette herkes her şeyi, her kes herkesi yemek için teyakkuz halinde bekliyor. Neyse ki kimseyi kimseye, kimseyi bir şeye yedirtmemek üzere elinden geleni ardına koymayan bir Başbakanımız var.

Bu gergin ortamda bir de 30 Mart tarihinde yapılacak mahalli seçimler için partilerin ve adaylarının seçilebilmek için çalışmalar, kampanyalar yapmaları gerekiyor. Hani çok partili bir ülkeyiz ve yasa koyucular seçimle iş başına geliyor ya o bakımdan. Birçok partinin aynı anda seçimlere katılabildiği şu günlerde, partiler seçilebilmek için tüm çabalarıyla seçmeni etkileyerek oy istiyorlar seçmenden. Ancak garip olan; partilerin, başta iktidar partisi olmak üzere, bu mahalli seçimlerde yürüttükleri kampanyalarda yurttaşlara vaat ettikleri şeyler. Normalde, az da olsa demokratik kültürün izlerinin henüz var olduğu ülkelerde, patiler, hele iktidarı elinde tutan parti, yeniden seçilmek için ya da daha fazla seçmen kazanabilmek için toplumda var olan siyasal, sosyal, ekonomik koşulların her alanda daha da iyileştirilmesi, her alanda özgürlüklerin ve demokrasinin daha da etkin kılınması için çabalayacaklarını söylerler yalan da olsa. Ama fakat bizdeki durum biraz farklı. Mesela 11 yıldır halk tarafından yasa koyucu olarak seçilen AKP hükümeti, bu mahalli seçimlerde çok ilginç bir seçim kampanyası yürütüyor.

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasıyla,11 yıl boyunca çalınan paraların artık evlere, kamyonlara sığamayacak kadar olduğunun ortaya çıkması iktidardakileri bir hayli sinirlendirmiş. Özelimize ne demeye karışıyorsunuz diyen iktidar, yoksul-fukara halkın cebinden çıkan paraların bir avuç oligarkın evlerinde ve çelik kasalarında balyalar halinde ortalığa saçılmasından ziyadesiyle rahatsız. İşte bu yüzden iktidar partisi mahalli seçim kampanyalarını, 30 Mart’tan sonra, eğer yeterince oy alabilirlerse, yoksul-fukara insanlardan para çalmanın kötü bir şey olduğunu söyleyip, eleştirenlere ve bir dönem aynı yolu birlikte yürüdükleri cemaate karşı girişecekleri yaptırımlara ayırıyor.

Şimdi gelelim AKP’nin 30 Mart sonrası vaatlerine, dün gece “sen, ben, bizim oğlan” diye tanımlayabileceğimiz “gazetecilere”30 Mart’tan sonraki projelerini anlatan Erdoğan, 30 Mart sonrasında şunları yapacağım diyor özetle;

  1.  Bu milleti(kendisini kastediyor aslında) Youtobe, Facebook’a yedirmeyeceğiz, kapatma dahil tüm önlemleri alacağız. Robot lobisi olarak bilinen Twitter’ı eklememiş ama siz onu da dahil ederek tüm internetin yasaklanacağını düşünebilirsiniz.
  2. 11 yıllık hırsızlığın ifşa edildiği telefon dinlemelerini kastederek, bunlara adamı ipe götürü mesajını verdi Erdoğan. Böylelikle mahalli seçimlerden sonra meydanlarda darağaçlarının kurulabileceği sinyalini vermiş oldu. Oyunu Başbakan’dan yana kullanmayanları da kızgın fırınlar bekliyor olacak belki.
  3. 30 Mart’tan sonra bize muhalefet eden her kim varsa, ülke çapında yapılacak büyük operasyonlarla derdest edilip, susturulacaklar. Yani Erdoğan özetle, eğer biz 30 Mart seçimlerinden galip çıkarsak “vay sizin halinize” diyor açıkça.

Başbakan’ın dün gece “sen, ben, bizim oğlan” diye tanımlayacağımız “gazetecilere” yaptığı açıklamalardan benim çıkardığım en tehlikeli sonuçlar bunlar. Erdoğan,30 Mart’tan sonra TV’lerde renkli yayını durdurur mu, kendisine ait olmayan tüm özel kanalları kapatır mı, kendisine oy vermeyen bölge ve şehirlerin su şebekelerine zehir karıştırıp hepsini öldürür mü bilmem. Ancak bence yukarıda üç madde halinde direkt olarak kendisinin ifade ettiği 30 Mart sonrası senaryosu da en az bunlar kadar korkunç.

Umarım Erdoğan, seçimlerde korku unsurunu kullanmak gibi bir yöntem izliyordur. Aksi takdirde bir ülkenin yurttaşlarının yarısından fazlasını bu şekilde karşısına almanın çok ağır sonuçları olacaktır.

30 Mart sonrası için bizi bekleyen sürprizlerin bir kısmı şimdilik bunlar. Ancak Erdoğan’ın seçim meydanlarında kullandığı üslup,30 Mart’tan zaferle çıkması halinde neler yapabileceğinin sinyallerini veriyor bence.

Erdoğan seçim meydanlarında, muhalefet liderlerine “adi, kepaze, namussuz herif” diye sesleniyor. Öte yandan geceleri cemaat evlerinde toplanan abi ve ablaların kendisi ve ailesi ile ilgili beddua seansları yaptığını sıklıkla zikrediyor. Böylelikle bir yandan mağduru oynarken diğer yandan da delikanlılığı elden bırakmıyor. Erdoğan’ın seçim vaatleri, asma, kesme, yasaklama, derdest etme, gibi kavramlar etrafında şekilleniyor özetle.

Bir de demokratik seçim ortamı yok diye isyan edenler var. Dana ne kadar demokrasi olsun, ülkenin Başbakan’ı seçimlerden alacağı sonuca göre interneti yasaklayacağını, bazılarının ipe gideceğini falan açıkça ifade edebiliyor. Hangi demokratik ülkede bu kadar ifade özgürlüğü var. Hangi demokratik ülkede bir seçim bürosunu 5 bin kişi, polis eşliğinde ateşe vermeye çalışıyor.

İş üstünde yakalanmanın verdiği telaşla gittikçe saldırganlaşan AKP, kendi seçmeni için Burhan Kuzu’nun işaret ettiği üzere ,”çaldık ama kimse inanmıyor” mantığıyla yola devam diyor. AKP’ye oy vermeyen ülkenin yarısından fazlasını ise AKP’li Milletvekili ve Düşünür Metin Külünk’ün, Allah herkese günah işleme özgürlüğü vermiştir, bu mesele de (hırsızlığı kastediyor) bu felsefi perspektif bağlamından ayrıksı değerlendirilemez, sözleri ne kadar etkileyecek bilmiyorum. Bir şeyi kestirmek zor değil, o da milyonlarca yurttaşın tenceresindeki makarnaya göz diken bir iktidar meşruiyetini kaybetmiştir ve bu ülkenin halklarının iradesi kimin tarafından açılıp kapandığı belli olmayan naylon ya da tahta sandıklara hapsedilemez. Gezi bunu fazlasıyla gösterdi ama anlaşılmadı sanırım yeterince.