1809’da başlayan lokal ve ulusal Kürt başkaldırılarının toplam sayısı 35'ı buldu. İlk Kürt gerillası, ilk Kürt kadın gerillası ve ötesi ilk karı koca gerilla da Koçgiriyle başlar. İşte 6 Mart Koçgiri başkaldırısının da resmiyete geçen zamanıdır.

Eski yıl’a veda ediliyor ve yeni bir yıl karşılanıyordu. Her taraf bembeyaz, kimse evinde, köyünde veya mahallesinden, zorunlu olmadıkça dışarı çıkmıyordu. İmraniye’deki Kürt Cemiyeti’ne gidip gelenlerden gelişmeler hakkında bilgi alınıyordu. Koçgiri köy ve ilçelerinde Kürt kuvvetleri nöbet tutuyor ve gelişmeleri izliyordu. 1921 yılının ilk haftalarında Sivas Jandarma Taburu Zara’ya hareket etme emri almıştı. Ankara hükümeti böylece bölgeye, tarihinin en büyük askerini yığıyordu. Koçgiri Kürtleri ise durumdan kuşku duyuyor ve bir an önce harekete geçmek için tartışıyorlardı.

Halk tabanından giderek askeri yığınağa karşı koyma talebi yükseliyordu. Daha doğrusu, koşullar yeni bir endişeye yol açıyor ve bu endişeyi gidermek için önlem isteği başlıyordu. Mustafa Kemal’in yeni askeri tedbirlerine karşı koyup, bağımsızlığı ilan etme arzusu vardı. Sivas’tan Zara’ya sevk edilen Ankara hükümetinin Jandarma taburuna yolda karşı konuldu. Askeri taburun önü kesilerek Zara, Koçgiri bölgesine girişi engellendi. Koçgirili, Zalim Çavuş lakaplı Hüseyin Ağa ve ona bağlı Kürt kuvvetleri, bu Jandarma taburunu bozguna uğrattılar. Gece yarılarına kadar süren çatışmalarda Ankara hükümetine bağlı askerler, Zalim Çavuş’un baskınıyla sarsıldı.

Tabur komutanı ve askerleri rehin aldıktan sonra bütün teçhizat ve cephanesine el konmuştu. İmraniye’ye bağlı Karacaören beldesinin Kaya mevkiindeki bu yol kesme eyleminin başarısı, bölgedeki Kürtleri sevince boğuyordu. Kürtler evlerinde zafer türküleri, Kürtçe marşlar söylüyorlardı. Kışın bu zemheri ayında bütün buzlar erimiş, bütün kar kütükleri ise Ağustos’taki ekin harmanlarına dönmüştü. Kürtler o yazı ve sonbaharı başarıyla geçirmişlerdi, şimdi ise kışı bahara çevirme coşkusundaydılar.

Üç gün tuttukları orucun sonunda Hızır’ı kutlamışlardı. Küskünler barışıyor, dargınlar birbirlerine sarılıyor ve gençleri cepheye gönderiliyordu. Esir alınan doksan asker öldürülmüyor, ancak bütün teçhizatlarına el konduktan sonra serbest bırakılıyordu. Askerlerin geldikleri yere geri gönderilmeleri, Sivas’ta korku, Ankara Hükümeti’nde ise endişe yaratmıştı. Kürtlerin bu eylemi, Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti açısından bardağı taşıran son damla oldu.

Daha önce Zara’ya getirilip konuşlandırılan 6. Süvari Alayı, İmranlı’ya yürüyüp, isyan eden Kürtleri yok etme kararı alınır. Bu emrin Ankara Hükümeti tarafından alındığı 14 Şubat 1921’de açıklanacaktı. İmranlı’daki Kürtler ise Dersim’den yardım talebinde bulunurlar.

KOÇGİRİ

Hava koşulları, Dersim’den gelecek silahlı destek gücünün gecikmesine neden olur. Dersim Aşiretleri arasındaki birlik, o kış giderek bozulmaya da başlamıştır. Mustafa Kemal, aşiret liderlerinden, 4 kişiyi, milletvekili atayarak Dersim’deki birliği içerden fethetmeyi başarmıştır.

Dersim’den gelecek yardım beklenirken, Miralay Halis komutasındaki 6. Süvari Alayı İmranlı’ya iyice yaklaşıyordu. Ankara hükümeti el konulan askeri araç ve silahları geri istiyordu. Ne var ki, kamulaştırılan askeri araç ve gereçler tekrar iade edilmez, iadenin pişmaniyet beyanı olacağı düşüncesine varılır ve bu isteğe, hayır yanıtı verilir. Bunun üzerine, Ankara hükümeti İmranlı nahiye müdürü Haydar beyi görevinden aldığını açıklar. 4 Mart tarihinde İmranlı’ya giren Miralay Halis’e bağlı askeri birlikler, Kürtleri tutuklayıp Zara’daki askeri merkeze göndermeye başlar.

İşte o gün bu askeri birliğin önü kesilir, askerler rehin alınıp, Kürt ‘tutuklular’ serbest bırakılır. 24 saat süren bu çatışmada hüsrana uğrayan 6.Süvari alayının elinde bulunan top, tüfek ve silahlara el konmakla kalınmıyor, alaya ait bini aşkın at ve yük taşıma katırı da Kürt milislerin eline geçiyordu. Esir alınan askerler İmraniye merkezine götürülür. Burada kurulan bir Kürt heyeti, Türk askerlere terhis belgesi verip, evlerine gitmelerini söyler, diğer Kürt kökenli askerlere ise Kürt cephesine katılmaları çağrısı yapar. Alaydaki Kürt askerlerin yanı sıra, diğer Çerkez kökenli askerler de gönüllü olarak Kürt cephesine geçerler. 6 Mart 1921 tarihinde görevden alma talimatına, İmranlı’ya Kürdistan bayrağı çekilerek yanıt verilir. Kürt güçleri, Miralay Halis komutasındaki Süvari alayını kuşatma altına alır. Teslim olmayan Miralay Halis’le Kürtler arasındaki çatışmalarda Süvari Alayı tamamen esir alınır. Bu çatışmalarda 10 Kürt savaşçısı ölürken, yirmisi yaralanır, ayrıca 300 kişilik Süvari alayı tamamen savaş dışı bırakılır. Bu günden sonra Koçgiri halkı sürekli karşı saldırı bekler. İmraniye’ye olası bir saldırıya karşı 200 kişilik Kürt savaşçı gurubu İmrani’ye yakınındaki Çermük köyünde mevzilenerek, nöbete başlar. Bu ciddi olaydan sonra Sivas valisi, Elazığ valiliği vasıtasıyla Dersim Kürtlerinin Koçgiri eyleminde olup olmadıklarını araştırmaya başlar. Rahmi Apak’ın, Türk İstiklal Harbı isimli kitabında, yazıldığına göre, Dersim aşiretleri Sivas valiliğine şu yanıtı verirler ,“ Ordu bir müddetten beri bölgemizde müslüm ve gayri müslümlerin sayıları hakkında tahkikat yapmaktadır. Bu bilginin elde edilmesi hükümetin Ermenilere yaptığı gibi Kürtleri de vurup yok etmek niyetinde olduğu manasına alındığından nefis müdafaası meşru olduğuna göre Koçgiri aşiretinin hareket tarzı da doğrudur.”

Bu yazışmalar, Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde, Sivas Valisi, Elazığ valisi ve Dersim aşiretleri arasında devam eder. Hatta Sivas valisinin bir başka telgrafında, Dersim aşiretlerinden yanlarındaki Ermenilerin teslim edilmesi isteniyordu. Dersim aşiretleri ise verdikleri yanıtta, yanlarındaki Ermenilerin silahsız, çocuk, kadın ve yaşlı oldukları, Türk yönetimine güvenip onları ölüme gönderemeyecekleri ve teslim etmeyecekleri vurgulanır. Mektubun bir nüshasını’da Ankara hükümetine gönderen Dersim Kürt aşiretleri, Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal’in taahhüt ettiği Kürdistan sınırlarının hemen çizilmesi, kurulacak Kürdistan’ın idari, ekonomik, eğitim ve kültürel olarak bağımsız ve özgür olmasını talep ederler. Ayrıca, Bütün Kürt tutukluların serbest bırakılması, Koçgiri’ye yönelik askeri yığınak ve saldırının son bulması da istenir.

Koçgiri’ye ‘Kürdistan’ bayrağı çekilerek ayaklanmanın da işareti verilmiştir. Dersim – Ovacık’tan yola çıkan 2500 kişilik Kürt destekleme gücü kara karşı ayaklarına hedik ve Lekan takarak yola çıkmıştı. Kemah’a kadar gelen Ovacık gücünü Koçgiri’ye ulaşmasına hava şartları müsade etmediyse de Dersim kuvvetleri ilerliyordu. Munzur dağlarını aşarak Kemah’a gelindiğinde, ilçedeki Türk hükümeti feshedilir, yöneticileri toplanıp, İmraniye’ye doğru yola devam edilir. Fırat nehri üzerindeki Şeytan köprüsü onarıldıktan sonra Dersim Kürt kuvvetleri Kuruçay ilçesine girerler. İlçede ki Türk yönetimini dağıtıp yöneticilerini tutuklar ve İmraniye’ye gitmek için yola çıkarlar. Alişer önderliğindeki Kürt birlikleri Kemah, Kuruçay ve Refahiye’den sonra Celallı ve Koçhisar’ı da ele geçirirler. Burada Ankara’ya çok acele bir telgraf çekerler. Telgraf aynen şöyledir:

Ankara Büyük Millet Meclisi Riyasetine; Nefsi Zara hariç olmak üzere ekseriyet azimesi Kürtler’le meskun olan Koçgiri kazasıyla, Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah kazalarının mümtaz bir vilayet haline ifrağ ve teşkiliyle yerli Kürtlerden bir valinin tayinini, memurin adliye ve mülkiyenin yine vazifeleri başında bulunmasını dileriz.

Koçgiri Aşiret lideri Mahmut ve Taki, Sadattan Alişer, Dersim aşiretleri liderlerinden Mustafa, Seyidhan, Muhamet ve Munzur. 11 Mart 1921.

Bazı Kürt tarihçileri, bu telgrafın, İmraniye’deki gelişmelerden habersiz, kendiliğinden ve uygun olmayan bir zamanda yazıldığı yorumunu yapmışlardır. Dersim’den gelen aşiretlerin isteğiyle yazıldığı tahmin edilen bu telgraf, Kürtlerin birlikte hareket etmediğini yansıtıyordu. Hem Ankara hükümetini tanımayacaksın ve bağımsız Kürdistan için ayaklanacaksın, hem de Ankara’dan bir vali tayini isteyeceksin! Bu çelişkidir, aşiretçi mantığının ürünüdür. İşte ilkbaharda, yani Newroz’dan sonra başlatılması planlanan ya da önceden öyle hesaplandığı ileri sürülen eylem programı böylece yerle bir oluyordu. Bahar erken başlatılmıştı! Ankara hükümeti bahardaki büyük Kürdistan ayaklanmasını beklemeden, kışın ortasında sardı Koçgiriyi.

Koçgiri direnişinin büyümemesi için Sivas Valiliğinde oluşturulan şimdiki adıyla “Kriz masası” bir arabulucu heyeti aracılığıyla direnişin önderleriyle pazarlığa oturmak istiyor. Ankara hükümeti isyancıların teslim olması ve el koydukları askeri malzemeyi iade etmelerini de ısrar ediyor. Görüşmelerde hiç bir sonuç alınamaz. Bunun üzerine Ankara, Yargıtay Başkanı Bitlisli (Kürt) Şefik başkanlığında, bir nasihat heyeti oluşturup Koçgiri’ye gönderir. Boğazviran köyünde, Mustafa Paşa’nın oğlu Haydar beyle görüşülür. Haydar beyden saldırıların durdurulmasını isterler. Heyet başkanı, kendisinin de bir Kürt olduğunu, Ankara hükümeti adına tam yetkili olduğunu ve bütün haklarınızı kabul ettiğini, ancak önce ayaklanmayı durdurun, der. Kürt önder ve aşiret liderlerini bu taktiklerle ele geçirip pasifize etme planı uygulanır. Bitlisli Şefik’in somut bir önerisi yoktu. Bazı kaynaklar, Ankara hükümetinin istihbarat toplaması ve Koçgiri’deki direniş havası ve gücünü ölçmesi için gönderildiği iler sürmektedir. Fakat Haydar beyi de etkilemediği söylenemez. O günkü görüşmede, Alişer Efendi ve Alişan Bey bölgede olmadıkları için katılmadılar. Haydar bey ise uzlaşmacı yanlarını öne çıkarıyordu. Heyeti tutuklamayı düşünen Kürt kuvvetlerine Haydar bey’in engel olduğu söyleniyor. Bunun üzerine bazıları toplantıyı terk ederken, Nuri Dersimi, Hatıratım isimli kitabında anlattığına göre, Bitlisli Şefik’e, “Ankara hükümetini temsilen müzakere ve Kürdistan haklarını kabul ve şartları tetkike geldiğinizi iddia eylediğiniz halde, diğer taraftan merkez ordusunun Koçgiri’ye karşı tethiş hareketi devam etmektedir. Şu halde hükümetin her türlü yetkisine malik iseniz, evvel emirde askeri harekatın durdurulmasını temin ediniz, çünkü ciddi bir samimiyet ancak bu suretle ispat edilmiş olabilir. Aksi takdirde, vazifenizin bizi aldatmaktan başka bir şey olmadığı, vaad ve sözlerinize güvenilemeyeceği malumunuz olsun.” der.

Kürt olduğu için özellikle seçilen mahkeme başkanı Bitlisli Şefik’in delegasyonu da gerekli başarıyı gösteremeden tekrar Sivas’a oradan da Ankara’ya dönüyordu. Dersimi’nin konuşmasından sonra yapılacak bir şeyin kalmadığını söyleyen heyet başkanı, devamla, isteklerinizi iletmek ve ordunun buraya yönelmesini engellemek amacıyla Sivas’a gitmem gerektiğini söyler. Ankara heyeti, Haydar Bey’in korumasında yola çıkar. Arabulucu heyeti, Koçgiri de görüşmeler yaparken, Tokat, Amasya, Yozgat, Merzifon ve Giresun’dan Koçgiri çevresine askeri kuvvet ve silah sevkiyatına devam ediliyordu. Sivas Askerlik şubesi, 1906 doğumlu, yani henüz 15 yaşında olan gençleri dahi silah altına çağırıyordu. Koçgiri’de bu gelişmeler yaşanırken Türk ordusu batıda Yunan’lılarla savaş içerisindeydi. Diğer taraftan Ankara’daki mahkeme başkanı, Bitlisli Şefik başkanlığındaki arabulucu heyeti Sivas’a ulaştıktan sonra Kamuoyuna ve Koçgiri bölgesine yönelik bir açıklama yapar. Açıklamada, Haydar bey ve diğer Kürt silahlı kuvvetlerin teslim olması, Koçgiri halkının Alişer ve Nuri Dersimi’nin sözlerine inanılmaması tavsiye ediliyordu. Bu açıklamadan sonra Haydar bey, Türk hükümeti tarafından aldatıldığını anlayacaktı. Bunu anladıktan sonra da bütün silahlı güçlerini toplayarak Türk Ordusuna karşı direniş hazırlıklarına başlar. Bütün bu arabulucu girişimleri sonuçsuz kalan Ankara hükümeti saldırıya hazırlanıyordu. Kürtleri tanımama ve inkar politikası böylece bir kez daha gün ışığına çıkıyordu.

Kangal, Divriği, Koçhisar, Zara, İmraniye, Kuruçay ve Kemah’ı kapsayan, Dersim’e kadarki Koçgiri bölgesi Kürt kuvvetlerinin yönetim ve denetimine geçer. Adı geçen ilçe ve köylerde silahlı Kürt direnişçileri dolaşır. Koçgiri bölgesi Kürt güvenlik çemberi içerisine alınır. Buna göre, Koçgiri kuzey cephesi sorumluluk ve Komutanlığına Azamet ve Aşki, Divriği cephesi komutanlık ve sorumluluğuna Alişan bey oğlu Mahmut, Kangal bölgesi sorumluluğu ise Çarekan, Cebekan ve Şadiyan aşiret liderlerine, Giniyan bölgesi sorumluluğu Giniyan aşireti lideri Murat Paşa, Koçhisar bölgesine ise Zalim çavuş ve kardeşi Hasan’a veriliyordu. Bir süre önce Dr Nuri Dersimi’yi Sivas valiliğine jurnallayan Giniyan aşireti ağası Murat Paşa getirilir. İsyan sırasında, Murat Paşa, İmranlı’daki Koçgiri önderlerine özür mesajı ileterek “Hakkımda kötü düşüncelerin unutulmasını istiyorum. Size Kürt davasına sadık olduğuma yemin ederim. Başlayan Kürt direnişinde Kangal ve Sivas cephesinin savunmasını üstlenmek istiyorum” der.

6 Mart’ta İmraniye’ye çekilen Kürdistan bayrağı ile bütün Koçgiri bölgesi savaş durumuna geçer. Başta Dersim, Erzincan ve Malatya bölgesindeki Kürtlerden yardım ve destek istemek için haber ulaştırılır. Kürt milisleri ve genç savaşçılar, neredeyse her gün toplanıp tartışırlar. Direnişin ve karşı gücün durumlarını ele alınır. Sayısal ve teknik olarak Türk ordusundan güçsüz olmaları bazı endişeleri de gündeme getiriyordu. Antep’e kadar gelen Fransızlardan destek istenmesi için verilen bir önerge oybirliği ile reddedilir. Toplantıya katılanlar, ‘”Bu yabancı kuvvetten yardım istemeyi Kürt şerefine bir hakaret olarak sayarız. Fransızlar’dan alacağımız destekle değil kendi başımıza savaşmalıyız” (N.Dersimi, Hatıratım, Özge Y.1987) diyerek bu düşünceye karşı çıkar. Bu toplantıdan sonra, Divriği’nin Hamo nahiyesine gelen bir bölük asker Kürt gençleri tarafından esir alınıyordu. Giresunlu Topal Osman’ın komutasındaki askeri Alay ve seyyar Jandarma kuvvetleri, Refahiye üzerinden Koçgiri’ye 20 Mart 1921’de cephe açarlar. Kazım Karabekir komutasındaki Topal Osman Ağa’nın Lazlardan oluşan birliği bir süre önce Kars cephesindeydi. Ermenileri temizleme hareketine katılmıştı. Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir tarafından nerde bir başkaldırı varsa, oraya gönderiliyorlardı. Topal Osman Ağa’nın açtığı cepheden önce Türk ordusu Sivas ve Kızılırmak hattında ilk saldırıya geçer. Karşılıklı savaş bu bölgede yoğunlaşmaya başlamıştı. Ne var ki, Topal Osman Alayı Kuzeydoğu’dan bir hat açarak içeriye doğru ilerliyordu. Refahiye’nin Taşdibi mevkiinde Topal Osman komutasındaki Laz alayı, Koçgirili Beko komutasındaki Kürt kuvvetleri tarafından bozguna uğratılır, Topal Osman kılpayı ölümden kurtulur. Erzincan tarafından gelen 11. Alaya bağlı dağ Komando Taburu Topal Osman’ın imdadına yetişir. Şeytan Köprüsü ve İlic’deki Dersim Kürt birliği ise, Erzincan ve Engin’den gelen Türk ordu birliğini yenilgiye uğratır. Kemah tamamen, Ovacık Kürt aşiretlerinin denetimine girer. Divriği’nin Zımara, Sincan isimli kasabaları Mahmut bey komutasındaki Kürt kuvvetlerinin eline geçer. Bunun üzerine, Arapkir’den Divriği’ye hareket eden Jandarma Birliği, Kangal ve Divriği Kürtleri tarafından pusuya düşürülerek teslim alınır. Dostan ve Lordün geçitlerinde kıstırılan Jandarma birliği geri püskürtülür. Öte taraftan, Koçgiri’nin kuzeyinde Paşa beyleri ve Filik Ali’lerin aralarındaki savaş giderek yoğunlaşıyordu. Koçgiri Kürtlerine hiç bir yerden ve hiç bir şekilde yardım ulaşamıyordu. Kendi özgüçleriyle bütün bölgede Türk ordu birliklerine karşı direniş gösterirler. Çarpışmalar bütün şiddetiyle devam ederken, Kürtlerin kendi aralarındaki ihanet de baş göstermeye başlamıştı.

Bu ilk ihaneti, olayı yaşayan Dr Nuri Dersimi’den dinleyelim, “ Kangal Ağası Kürt Hacı Ağa (Osmanlıların-İttihat ve Terraki Fırkası’nn üyesi) Hükümetten aldığı talimat üzerine Ginyan Aşireti lideri Murat Paşa’yla Yılanlı dağında gizli bir görüşme yapmış ve cephede savaşın durdurulmasını Murat Paşa’dan istemişti. Murat Paşa, Hacı Ağa’yla kurduğu plana göre Beypınar nahiyesine dönerek, Celallı mıntıkasında bulunan cephe kumandanlarımızdan Seyit Aziz’i ve Kürt kahramanlarından Zalim Çavuş ve kardeşi Hüseyin Çavuş’u cephane ve erzak dağıtma bahanesiyle, aldatarak konağına davet etmişti. Bu saf ve temiz Kürt savaşçıları, Murat Paşa’nın kurduğu tuzağı anlamayarak konağına gelmiş ve silahlarını misafir odasına bırakarak kabul salonuna girmişlerdi. Aradan yarım saat geçmeden, Murat Paşa’nın hazırladığı 40 kişilik silahlı bir kuvvet, gafil Kürt yiğitlerini derdest etmiş, ellerini ve kollarını bağlayarak tutuklamışlardı. Hain Murat, ordu kumandanına yazdığı bir mektupla, öteden beri Hükümete sadakatından dolayı orduyla işbirliği yapmaya hazır olduğunu ve bunun başlangıcı olarak Kürtlere yaptığı ihaneti haber vermişti.

Olayı haber aldığımda Murat Paşa’nın konağına gittim, kendisiyle görüştüm ve tutukluları serbest bırakmasını istedim. Murat beni ve beraberimde bulunan birliğin başlıca ileri gelenlerini yemek odasına davet ettiği için, dışarı çıkmış ve heyecanla isteğimi tekrarlamıştım. Bu sırada Murat’ın kardeşinin oğlu Efendi bana yaklaştı ve yavaşça kulağıma, Murat’ın yaptığı bu muameleden kendisinin de canı sıkıldığını söyledikten sonra Zazaki ‘Aman Nuri bey, ellerini öpeyim, şimdi bu cani herif seni de Zalim Çavuş gibi tutuklayacaktır. Rica ederim, hiç durmadan buradan gidiniz, dedi. Bu sözler benim mantıklı düşünmemi sağladı. Murat’ın benim için de plân kurduğunu anladım. Belki sabaha kadar Murat’ı kandırır ve tutukluları serbest bıraktırırım ümidiyle o gece konağında kalacağımı söylediğim için, Murat hakkımızdaki ihaneti sabaha bırakarak harem dairesine çekilmiş ve hizmetçilerine bizi misafir odasında bekletmeyi tembih etmişti. Biz bu odadan Zalim Çavuş’un sesini işitiyorduk. Bu Kürt kahramanı sürekli ‘yaşasın Kürdistan, Kahrolsun Hainler’, diye bağırıyordu. Aşiret halkından bir takım kimseler oraya toplanmış ve Murat’ın bu ihanetini lanetliyordu. Artık durumumuzun pek nazik olduğuna şüphe kalmamıştı. Verdiğimiz bir işaret üzerine, nöbetçilerimiz hemen hayvanlarımızı hazırlamıştı. Kimseye sezdirmeden bineklerimize atladık ve Murat’ın mıntıkasından uzaklaştık. Planımız kuvvetli bir tertibatla Beypınar Nahiyesine saldırmak ve tutukluları Murat’ın elinden zorla kurtarmaktı. Fakat ne yazık ki Murat’ın aynı gece tutukluları 200 silahlının korunması altında ve kendisi bizzat beraber olduğu halde, kangal merkezine götürüp Türk Hükümetine teslim etmiş ve bu talihsiz kahramanlar derhal Sivas’a nakledilerek, 24 saat sonra Divanı Harb tarafından ölüme mahkum edilmişlerdi. Namuslu ve vatansever her Kürdün kalbinde ebediyen yaşayacak olan bu kahraman Kürt çocukları, darağacına giderken; Yaşasın Kürdistan, yaşasın Kürdistan Teali Cemiyeti, Kahrolsun Nurettin Paşa! diye haykırmışlar ve Kürt milli marşını söyleyerek, Kürde yakışır ve cesaretle ölümü karşılamışlardı. (Kürdistan Tarihinde Dersim, sayfa 161, Doz yay. Nuri Dersimi)”

Ankara’da toplanan hükümet, 10 Mart 1921 tarihinden itibaren Elazığ, Erzincan ve Sivas ilinin Zara ve Divriği ilçelerinde sıkıyönetim ilân ederek dışarı çıkma yasağı getirir. Merkez ordusu Komutanı Nurettin Paşa ise bölge sıkıyönetim komutanlığına atanır. Nurettin Paşa’ya isyan, ayaklanma ve direnişi bastırmak için bütün yetkiler tanınmıştır. Esasında bölge ve sıkıyönetim komutanlığı için Cemil Cahit Paşa düşünülmüştü, ancak Cemil Cahit hastalığını öne sürerek bu ‘belâlı’ bölgeye gitmeyi reddetmişti. Bunun üzerine Genelkurmay merkezindeki Nurettin Paşa sıkıyönetim komutanı olarak atandı. Sivas’ın yeni valisi ise Cemal beydi. Parlamento’da görüşülen Sıkıyönetim kararı oylamasına Erzurum milletvekili ve Şadiyan Kürt aşiretinden Hüseyin Avni dışındakilerin hepsi “evet” oyu kullanıyordu. Oylama sonucunda Hüseyin Avni’nin itirazı üzerine kürsüye gelen Mustafa Kemal, ‘Ordunun Koçgiri’ye hareketi, tenkil (katliam) maksadıyla olmayıp, ileride düşünülen tedip (uslandırma) hareketidir” (TBMM tutanakları,1921,Ankara) diyordu. Mustafa Kemal mecliste okuduğu beş maddelik yazısında Koçgiri Kürtlerinin yanı sıra meclisteki destek olabilecek Kürt milletvekilleri de tehdit ediyor. Koçgiri hareketini bir Kürt ayaklanması değil de bir avuç ayak takımı ve eşkiya şeklinde değerlendiriyordu. Nurettin Paşa, İlk haftayı, bölgeye Türkiye’nin başka yerlerinden takviye kuvvetleri yığmakla geçirir. Sivas’a hareket etmeden önce oradaki bütün askeri birliklere 4 maddelik çok gizli bir talimat gönderir. Talimatında operasyonun yol ve yöntemleri anlatılır. Özellikle isyanı örgütleyenlere karşı acımasız olunmasını ister. Bölge tam bir savaş alanına dönüştürülür. Ankara Hükümetinin esas korkusu Dersim’dir. O güne kadar Dersim’i ezmek için önce Koçgiri’nin hizaya getirilmesi gerekmekteydi. Koçgiri geçilmeden, Dersim’e ulaşılamaz düşüncesi hakimdi. Gerçekten, Koçgiri yüzyıllarca Dersim’e barikat, canlı kalkan olmuştu. Öyleyse önce Koçgiri ezilmeliydi ve planlanan buydu. Ankara hükümeti tarafından, ‘Şimdi tam zamanı, hem de haklı bir zemindeyiz’ tespiti yapılıyordu. Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Paşa’nın elinin altında 1 askeri Tümen, 2 askeri Tugay ve 1 askeri Alay hazır bekliyordu. Ayrıca komşu il ve ilçelerdeki askeri birlikler Koçgiri’ye kaydırılmıştı. 14 Mart günü saldırıyı yönetmek için Nurettin Paşa, Sivas’a hareket etti. Sıkıyönetim ilan edilen bölgeye 36 bin Türk askeri gönderilmişti ve bütün birlikler talimat için hazır bekliyordu.

Merkez komutanı ve Koçgiri bölgesi sıkıyönetim Komutanı Nurettin Paşa (Sakallı paşa) kimdir? 1893 yılında Harp okulunu bitirir. Ordu’ya girer. 1902 yılında Bulgar Komitesine karşı gayri nizami harpte, gizli istihbaratta görev alır. Balkanlarda, politikacılık ve savaşçılık stajını yapar. Bulgar, Ermeni ve Rumlara karşı suikast ve özel savaş metodlarına başvurur. Bu dönemde, Mustafa Kemal’e yakınlaşır. 1919’da, Urla ayaklanmasını acımasızca bastırır. Osmanlının son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında, Rum, Ermeni ve Kürtlere karşı tehcir ve tenkil hareketlerinde aktif rol alır. Mustafa Kemal’in çok önem verdiği paşadır. Komutan olduktan sonrada, Koçgiri ayaklanmasını bastırmak için görevlendirilir. Meclisin baskısıyla bir süre zorunlu olarak görevden alınan Ferik Nurettin Paşa 1922 yılında, ödüllendirilerek, 1. Ordu komutanlığına getirildi. O zaman 1. Ordu İzmir’de idi. Burada da Rumlara toplu kıyım yapmakla ünlenen Paşa, Metropolit Hrisostomus isimli Rum’u linç ettirir. 1. Ordu İzmit’e taşındıktan sonra, Ferik Nurettin Paşa, burada bulunan muhalif gazeteci Ali Kemal’i kaçırtıp işkenceye başvurur. 1924 yılında Yüksek Askeri Şura üyeliğine kadar yükseltilen bu “özel harpçı”, Mustafa Kemal’in önerisiyle 1925 yılında Milletvekili olur. Nurettin Paşa, artık Bursa Milletvekili olarak meclisteydi. Milletvekili iken, Bursa’nın Orhaneli ilçesinde halk tarafından Mehdi gibi karşılanınca, bu kez Nurettin Paşa, Ankara tarafından gericilikle itham edilmiştir. Nurettin Paşa eski bir istihbaratçı, Topal Osman Ağa ve diğer çetecilerle iç içeydi. Bunu çok iyi bilen Mustafa Kemal, Nurettin Paşa’yı meclisin Koçgiri araştırma oturumunda savunur ve sürekli ona yeni görevler verir. Nurettin Paşa’yı mecliste savunmasaydım, eleştirici milletvekilleri bu kez de İsmet Paşa ve Kazım Karabekir’e yöneleceklerdi, diyecekti. Nurettin Paşa öldükten sonra da, meslektaşları tarafından hatırlanacaktı. Tıpkı Topal Osman Ağa gibi ‘itibarı iade’ edilecekti. 12 Eylül 1980 askeri cuntasınca çıkarılan 2549 sayılı Devlet Mezarlığı yasasında, Nurettin Paşa’nın (ölü olduğu halde) Korgeneral olan rütbesi Orgeneralliğe, Atatürk Araştırma merkezi’nin şeref üyeliğine ve mezarı da devlet mezarlığına kaldırıldı. Böylece, Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’tan sonra dördüncü önemli kişi olarak belirtilmektedir. Cemil Koçak’ın, Türk Alman ilişkileri (1923-39) isimli kitabında, Nurettin Paşa böyle anlatılıyordu. Resmi Harp tarihinde kendisine övgüler yağdırılan ve onurlandırılan Nurettin Paşa’nın siyaseti uygulansaydı, Koçgiri’den sonra Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim ayaklanmalarının olmayacağı vurgulanmaktadır.

KOÇGİRİ İSYANI, KÜRT BAŞKALDIRILARINA ÇIĞIR AÇTI!

Birinci dünya savaşı hemen sonrası dağılan Osmanlı imparatorluğu egemenliğinde, yaşayan halkların kurtuluş mücadelesi eziyetlerle dolu, sancılı ve kanlı geçti. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulması Koçgiri isyanın yenilgisine borçludur. 1919 yılında İstanbul’da ki Kürt Teali Cemiyeti bağımsız bir Kürdistan kurulması için düğmeye basarken, Mustafa Kemal’de İstanbul’dan Karadeniz’e açılarak Türk devletinin kurulması için start vermişti. Karşılıklı hamleler, taktikler ve çatışmalar iki yıl devam eder, daha doğrusu 1921 Haziran’ında Koçgiri isyanın kanla bastırılmasıyla son bulur. 6 Mart 1921’de erken patlayan Koçgiri halk hareketi, Dersim Kürtlerinin söz verdiği 45 bin kişilik silahlı desteğinin ayaklanmaya iştirak etmemesi, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Bingöl, Van ve diğer Kürt illerinde ortak isyan yaratılmaması, içlerindeki ihanetlerin olması ve Koçgiri Kürt halkının ağır kış koşullarında zayıf kalması gibi ana etmenler Kürtlerin ilk ciddi başkaldırısını yenilgiyle sonuçlandırdı.

600 yıl boyunca Osmanlı egemenliği altında birarada yaşayan halklardan 24 yeni devlet kurulmuştu. Kürtler 25.devlet olmak istiyorlardı. 13 milyon nüfuslu Osmanlı’nın 4.5 milyonunu Kürtler oluşturuyordu. Osmanlı boyunduruğundan kurtulup bağımsızlık alamayan tek ulustu Kürtler.

Koçgiri halk ayaklanması yeni Türkiye için karşılaştığı ilk ulusal başkaldırıydı. Bağımsız Kürdistan istemi resmen talep edilmişti. Bu talep bulundukları alanlarda Cemiyet kurulması, Kürt bayraklarının asılması, silahlanarak savaşa başlamaları ve yayımlanan metaryeller de bu ifade edilmekteydi. Osmanlı ordusunda görev yapan askerler Koçgiri silahlı güçlerine katılmışlardı. Osmanlı ordusunda Yüzbaşı Sadık’ın Kürt silahlı kuvvetlerinin başına getirilmesi bunun en önemli kanıtıydı. Koçgiri halk hareketine önderlik yapanların hemen hemen hepsi Osmanlı yönetiminde görevli yöneticilerdi. İsyanın önderleri ve halk hareketinin yürütme komitesi üyeleri olan: Haydar Bey Nahiye müdürü, Alişan bey Koçgiri bölge yöneticisi, Alişer bey Koçgiri bölge yönetimi yaveri, Nuri Dersimi Kangal baytarı, Azimet ve Mahmut bey Osmanlı döneminde bölge’de görev yapan önemli isimlerdi. Bu isimler ve bazı Koçgiri aşiret reisleri’nin Kangal’ın Yellice kasabasında ki Hüseyin Abdal Tekkesinde toplantı yapıp ‘Kürdistan’ kurma kararı alıp savaşa başlama andı 1919’un sonbaharına rastlardı.

Mustafa Kemal Erzurum’dadır ve Sivas kongresine katılmak ister. Fakat kendisine ulaşan habere göre Sivas’a geçmesi için Dersim ve Koçgiri’yi geçebilmesi riskli ve tehlikelidir. 1 Eylül günü uğradığı Erzincan’dan Sivas’a gidip kongre toplaması planlanmıştı. Erzincan Alay komutanı Mustafa Kemal’in güvenliğini üstlenemiyordu. Koçgiri isyan lideri Alişer 100 kişilik silahlı grubuyla pusuda Mustafa Kemal’in gelmesini beklemekteydi. M.Kemal ya öldürülecekti yada Osmanlı yandaşı olan Elazığ valiliğine tslim edilecekti. Osmanlı yönetimi ve Koçgiri halk hareketi yöneticileri M.Kemal’ın peşindeydiler. İşte tam bu sırada M.Kemal, Dersim milletvekili olarak atadığı Diyap ağa’dan yardım talep eder. Diyap ağa, M.Kemal’in yardımına koşar. Kardeşi Haydar ağanın himayesinde 250 kişilik bir Dersim Kürt silahlı grubu eşliğinde M.Kemal’e Sivas’a kadar refakat etmesini sağlar. Erzincan’dan Koçgiri’ye girerken M.Kemal’in yolu kesilir. Koçgiri lideri Alişer’in Dersimli Kürt refakatçılarla karşılaşması bu planın uygulanmasını engellemişti. Alişer, ihanet etseler de bir başka Kürt grubuyla çatışmaya girmeyerek M.Kemal’i af eder.

M.Kemal, Ankara’da yanında ayırmadığı Diyap Ağa’ları Lozan antlaşmasını imzalamaya kadar gönderir. Kürt ve Türklerin ortak devleti ve ortak meclisi 1924 anayasasıyla rafa kaldırılacaktı ve bir daha Kürtler ulus olarak kabul edilmeyecekti.

İşte Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Dersim Kürtleri ve isyanda ezilmiş Koçgiri Kürtleriydi! Birleşmiş Kürt isyanına dönüşemeyen Koçgiri isyanı katliamla bastırılınca, yeni Türk devletinin önü de açılmıştı!

Koçgiri isyanı kanla bastırılmıştı, ancak yeni Kürt isyanlarının başlamasının önü açılmıştı. Ağrı, Zilan, Şeyh Said, Dersim ve PKK isyanları, yeni ‘Türk Cumhuriyet’inin baş ağrısı olmaya devam edecekti!

Koçgiri başkaldırı yeni kurulan Türk devletine Kürtleri hatırlattı.

TBMM’DE KÜRTLERE ÖZERKLİK TASARISI

Koçgiri ve Dersim Kürtlerinin isyanı ve özerklik talep eden direnişleri, nihayet Meclisin konuyu görüşmesine neden oluyordu. TBMM’nin 10 Şubat 1922 tarihindeki oturumda Kürtlere otonom ya da özerklik niteliği taşıyan gizli bir tasarı uzun tartışmalar sonucunda gündeme alınıyordu. Erzurum Milletvekili Salih Efendi’nin şu sözleri olayın sıcaklığını yansıtıyordu: “ Eğer Dersim ve Koçgiri’deki çalkantıları durdurmak gerekiyorsa, 1921 ilkbaharı boyunca süren isyanda cezaevine konulan Kürtler serbest bırakılmalıdır… Bölgenin çıkarı için özel komisyonun bu kanun projesine pratik bir çözüm bulması gerekiyor.” Mecliste yapılan oylamada 64 milletvekilinin karşı oyuna rağmen, 373 milletvekilinin evet oyları ile Kürtlere özerklik anlamına gelen kanun tasarısı görüşülmeye açıldı. Ancak, tasarı sadece görüşülüp, tartışılmaktan ileriye gidemiyordu. Kanun tasarısı, Bağdat’ta bulunan Britanya Yüksek Komiseri  Sir Horace Rumbold (İngiliz) tarafından Marquess Curzon (Fransız)’a gönderildikten sonra açığa çıkmıştır. Yazar Robert Olson’un kitabında açıkladığı ve TBMM’de tartışılan Önerge şöyleydi:

KÜRTLERE ÖZERKLİK TASARISI

1-Türkiye Büyük Millet Meclisi, medeniyetin icapları gereğince, Türk Milletinin ilerlemesini sağlama hedefi doğrultusunda, Kürt milleti için kendi milli gelenekleriyle uyum içinde bir otonom idare kurma sorumluluğunu üzerine almaktadır.

2-Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bölge için Büyük Millet Meclisi’nin karar vereceği şekilde Türk veya Kürt olabilecek bir Genel Vali vekili ve bir müfettişle birlikte bir Genel Vali, Kürt milletinin ileri gelenleri tarafından seçilebilecektir.

3-Büyük Millet Meclisi’de genel valiyi seçecektir. Bu kişi tecrübeli bir idareci, şerefli bir isim ve Kürt milletinin hürmetini kazanmış bir şahıs olmalı.

4-Genel Vali, üç senelik bir süre için tayin edilecek, görev süresinin bitiminde, Kürt Millet Meclisi tarafından, Kürt milletinin çoğunluğu eski Genel Vali’nin vazifede kalması arzusunda olmazsa yeni Genel Vali tayin edilecektir.

5-Genel Vali’nin Kürt veya Türk olması Büyük Millet Meclisi tarafından karara bağlanabilirse de, seçim doğrudan doğruya Kürt Millet Meclisi tarafından yapılacaktır. Fakat Genel Vali, Genel Vali Vekili ve Müfettiş görevlendirilmesi konusu Ankara hükümetinin tasdikine sunulmalıdır.

6-Kürt Millet Meclisi, doğu vilayetlerinde genel seçim yoluyla kurulacak, meclisin görev süresi üç sene olacaktır. Meclis, her sene 1 Mart’ta toplanacak ve faaliyet süresi dört ay olacaktır. Ancak Meclis bu müddet zarfında, gündemindeki işleri tamamlayamayacak olursa üye sayısının salt çoğunluğunun isteği üzerine ve genel valinin tasdiki ile bu süre uzatılabilir.

7-Genel Meclis, doğu vilayetleri idaresinin gelir, gider bütçesini tetkik etme ile sivil ve idarei memurların karışmış olduğu haksızlıkları soruşturma hakkına sahip olacaktır. Meclis ülkenin ilerlemesini ve refahını ilgilendiren kesin kararlar alabilecek ve bu kararların tamamı Büyük Millet Meclisi’nin bilgisi için Ankara hükümetine iletilecektir.

8-Büyük Millet Meclisi Genel Vali ve Kürt meclisi arasındaki tüm anlaşmazlıklarda karar mercii olacak ve her iki tarafında kararlarına uymakla mesul olacaktır.

9-Karma bir komisyon tarafından hudutların tesbitine bağlı olmak üzere Kürdistan idari bölgesi, Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri ile Dersim sancağı ve mahdut kaza ve nahiyelerden mürekkep olacaktır.

10-Kürdistan’ın idaresine ilişkin olarak adlı teşkilat özel bölgeler için mahalli kullanımlarla ahenkli bir şekilde kurulacaktır. Bu teşkilat şimdilik gelişkin memurlardan oluşacak, yarısı Türk ve yarısı Kürt olacaktır. Türk memurların emekliliği halinde yerlerine Kürt memurlar geçebilir.

11-Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren savaşa katkı şeklinde veya başka hiçbir şekilde vergi istenmeyecektir. Şimdiye kadar mecburi olan bütün mali katkılar mahalli idarenin yetkisi dahilinde kaldırılacak, vergiler yılda bir kez ödenecektir. Vergiye tabi olacak net gelirlerin nisbeti Ankara Büyük Millet Meclisi ve Kürt Millet Meclisi mebuslarından mürekkep karma bir komisyon tarafından tespit edilecektir.

12-Doğu vilayetlerinde düzeni sağlamak için bir jandarma kumandanlığı tesis edilecektir. Kürt meclisi bu teşkilatı idare edecek kanunu hazırlamakla yükümlüdür. Fakat jandarma kuvvetlerinin Genel Kumandanlığa, barış tesis edilip, isteyen herkesin kendi ülkesine dönüncüye kadar kıdemli Türk subayları idaresi altında olacaktır.

13-Türk ordusunda bulunan Kürt subayları ve askeri, barış tesis edilip isteyen herkes kendi ülkesine dönünceye kadar hali hazırdaki vazifelerini terk etmeyeceklerdir.

14-Barışın tesis edilmesinden itibaren, genel savaştan evvel ve sonra el koyulmuş bulunan tüm hayvan ve malzemenin kıymetinin takdiri ilk iş olacak ve bedelleri en geç 12 ay içinde ödenecektir.

15-Türk lisanı yalnızca Kürt Millet Meclisi, valilik hizmetleri ve hükümet idaresinde kullanılacaktır. Ancak okullarda Kürt lisanı ile öğrenim yapılabilir ve Vali de kullanımını teşvik edebilir. Fakat bu gelecekte Kürt lisanının hükümetin resmi lisanı olması yönünde bir talebe temel teşkil etmemelidir.

16-Kürt Millet Meclisinin birinci vazifesi hukuk ve tıp fakülteleri de olan bir üniversite kurulması olmalıdır.

17-Genel Vali’nin onayı olmaksızın ve Büyük Millet Meclisi ve Ankara Hükümeti’nin bilgisi dışında Kürt Millet Meclisi tarafından hiç bir vergi yükümlülüğü getirilemez.

18-Ankara’da bulunan Büyük Millet Meclisi ile istişarede bulunmaksızın ve onayı almaksızın hiç bir şekilde kimseye ayrıcalık verilemez.” Mustafa Kemal’in böyle bir gizli tasarı ortaya atmasıyla, meclisteki Kürt milletvekilleri, “Kürtlerin hak ve hürriyetleri” ne inanmaya başlarlar. Yukarıdaki gizli “Kürt Otonom Tasarısı” devletin arşivinde 70 yıl boyunca gizlenecekti! Bu tasarı İngilizlerden esinlenerek alındığı ve Lozan öncesi hazırlandığı görülmektedir. Bu tasarı kanunlaştırılıp yürürlüğe konulmaz.

Bekleme ve oyalama taktiği Lozan antlaşmasına kadar devam eder. Lozan antlaşmasına giderken, işte Kürt ve Türkler birlikte geldik ve Kürtlerde bu Misaki Milliye’nin içindedirler denilecekti. Gerçekte de böyle de yapıldı. Lozan antlaşmasından sonra 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin kuruluşu ilan edilir ve kurulan yeni Türkiye devleti uluslararası resmiyet kazanır. Bundan sonra da bir daha kimse Kürtlerden söz etmeyecekti. Böylece artık Kürtler yok, ‘dağ Türkleri’ vardı! Kürt sözcüğü tek başına bölücülük sayılacaktı! 1924 yılında Meclis yenilenir. Aynı yıl Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk resmi anayasası hazırlanıp yürürlüğe konuluyordu. Bir süre sonra çıkarılan yeni soyadı kanunuyla da, Mustafa Kemal Paşa, kendisine “Atatürk” soyadını verdirecekti. Bu yenilenen mecliste, Mustafa Kemal’e ters düşen eski milletvekillerine yer verilmedi. Bir kısmı daha sonra Şeyh Said, Ağrı ve Dersim isyanlarına katıldıkları gerekçesiyle idam edilecek ya da suikastle öldürüleceklerdi.

Hazırlanan yeni Anayasa’da ise Kürt özerkliğinden hiç söz edilmeyecekti. Kürtçe artık yasak sayılacaktı. Hiçbir resmi kurumda konuşulmasına izin verilmeyen, eğitim veya yayın hakkına sahip olmayan bir dil olarak bırakılacaktı! İnkar politikası giderek devletin resmi devlet politikası olacaktı! İnkar politikasına isyan edenler ise darağaçlarına gönderilecek, köyleri ve yerleşim birimleri imha edilecekti. Cumhuriyet döneminde Kürtlerin her ayağa kalkışları ve isyanları kanla bastırılacaktı! Koçgiri halk ayaklanmasıyla başlayan Kürt isyanları peş peşe patlak verecekti! Kürt sorunu, çözülmek yerine çözümsüzleşen bir yaraya dönecekti.

Giderek ağırlaşan ‘Kürt’ sorunu Türkiye Cumhuriyeti devletinin başına “bela’” olmaya devam edecekti! Sol adına, Mustafa Kemal’in kurduğu CHP’nin, Kemalist politikaları, sosyalizm adına ise, TKP’nin sosyal şoven ve Kemalizm karması olan politikaları 60 yıl boyunca piyasaya sürüldü. Ta ki, 1968 devrimci gençlik önderlerinin bu duruma dur demelerine kadar. Kürtler, üvey evlat görüldü, Kürt ulusal talebi ise, yarının sorunu olarak. Devrim’den sonra çözülecek bir sorun olarak, teorisi yapıldı.