Büyük tarihçi E.Hobsbawn 20.yy’ı “aşırıklar çağı” olarak tanımlıyor. Yarım yüzyıla sığdırılan iki paylaşım savaşı, ikinci paylaşım savaşının ardından 90’lara kadar devam eden soğuk savaş ve tüm bu gelişmelere paralel olarak yaşanan belki de insanlık tarihindeki en büyük atılımları 20.yy’da yaşandı. Yine Hobsbawn’in ifadesiyle 20.yy,1990’lerin ortalarında bir yerde bitiyor. Karşı karşıya olduğumuz şey yepyeni bir dünya.20.yy’ı şekillendiren ulus devlet, 21.yy’da etkinliğini yitirecekti, ideolojilerin ve ulusların sonu gelecekti ve nihayet dünya global bir köye dönüşecekti. Özetle 21.yy için formüle edile “kazan kazan” ikliminde herkes, tüm halklar ve topluluklar kazanacaktı. Peki, böyle mi oldu, 21.yy’in ilk çeyreğine baktığımız zaman, eğer 20.yy aşırılıklar çağı ise 21.yy’in topyekûn kontrolden çıkmış bir çağ olarak tanımlanması gayet mümkün görünüyor. Evet 20.yy’daki gibi büyük paylaşım savaşları en azından henüz vukuu bulmadı ancak, geçtiğimiz şu çeyrek yüzyıl boyunca dünyanın genelinde yaşanan lokal çatışmalar ve sürekli bölünerek çoğalan yerel, ulusal güçler düşünüldüğünde, 21.yy’a dair öngörülerin pek de somut gerçekliğe bürünmediği anlaşılabilir.

Bilim-bilişim-enformasyon-bilgi… Çağı gibi isimlerle süslenen 21.yy’ın ilk çeyreğinde neredeyse dünyanın tamamında yaşanan bölgesel savaşlarda ölen insan sayısı milyonlarla ifade edilebilir. Son kertede 21 yy, ne savaşların son bulduğu, ne ulusların ortadan kalktığı ne de “kazan-kazan” stratejisinin işlediği bir yüzyıl.

Bölgesel savaşlar, sonu gelmeyen, denildiğinde de şüphesiz Ortadoğu akla gelen ilk yer. Birinci ve ikinci paylaşım savaşlarından sonra sınırları petrol ve doğal zenginliklerin tanzimine dayalı olarak emperyalist ülkeler kontrolünde olacak ulus devletler biçimde çizilen bu bahtsız coğrafyada yüz yılı aşkın bir zamandır savaş bir türlü bitmedi ve kısa sürede biteceğe de pek benzemiyor.

Ortadoğu gibi çok uluslu, çok dilli, çok dinli, belki de dünyanın en heterojen coğrafyası üzerinde uygulanan ulus devletçikler modeli bugünkü yaşanan uzun ve kirli savaşların de facto olarak nedenidir.

Gelelim günümüze, birinci paylaşım savaşından günümüze kadar sürekli olarak rekonstrüksiyna tabi tutulan Ortadoğu’da çizilen hiçbir ulus devlet projesi içinde yer edinemeyen, dünyanın devletsiz en kalabalık ulusu olarak Kürtler var. Kürtler ne 1923 Lozan’ında ne de 1945 Yalta’sında bir ulus devlet olarak kabul edildiler. Dahası adı geçen iki konferansta Kürtler kendi coğrafyaları içinde parçalandı. Geldiğimiz bu gün itibariyle de hala parçalı bir yapı arz etmekte Kürt coğrafyası, ne bir ulusal birlik ne de tek merkezden yönetilebilen bir Kürdistani irade var. Ancak bazı önemli gelişmeler de yok değil. Kürdistan’ın en büyük parçalarından biri olan kuzeyde, yani Türkiye Kürdistan’ında, neredeyse yarım yüzyıllık bir mücadele deneyimine sahip olan PKK’nin dört parça üzerindeki etkisi giderek artıyor. Nasıl mı? 2011’den bu yana devam eden Suriye iç savaşının, Baasçı ve Cihatçı klikleri arasında bir üçüncü yol olarak somut gerçekliğe bürünen PYD öncülüğünde Rojava deneyimi, PKK’den azade bir biçimde düşünülemez. PYD’nin 2012 yılından itibaren Rojava’da ilan ederek hayata geçirdiği Demokratik Özerklik PKK+PYD’nin başarısıdır. Ayrıca onlarca seksiyona ayrılmış Suriye muhalefet dinamiklerinin de artık Esad’a alternatif bir demokratik Suriye vaat etmedikleri açık bir biçimde ortada. SUK(Suriye Ulusal Koalisyonu) çatısı altında ilk dönemlerde örgütlenen ve ÖSO(Özgür Suriye Ordusu) olarak rejime karşı silahlı direniş sergileyen gruplar artık neredeyse tüm etkinliğini yitirmiş durumda. Bunların yerini başta Suriye’nin El Qaidesi olarak duyulan ve El-Nusra ismiyle, yaptıkları katliamlarla, adlarını duyuran ancak daha sonra El Kaide ile ipleri koparan ve El-Nusra’ya karşı da Suriye’de savaşmaya başlayan İŞİD(Irak -Şam İslam Devleti) aldı. Yani gelinen noktada İŞİD, El Kaide’nin bir kolu değil ve Suriye’de Rakka, Deyr-Ez Zor, Irak’ta ise Felluce, Ramadi ve son olarak da Musul’da etkili olan bir kökten İslamcı örgüt. Örgüt geçtiğimiz aylarda Suriye içinde neredeyse tek güvenli bölge olan Rojava’ya yönelik ciddi saldırılarda bulundu, ancak başarılı olamadı, PYD’ye bağlı YPG (Halk Savunma Birlikleri) güçleri tarafından bölgeden çıkarıldılar. IŞİD’nin özellikle Rojava’ya saldırması nedensiz değil elbet, Türkiye ve KDP tarafından sıkıştırılan, hendeklerle ve ambargolarla boğulmaya çalışılan Rojava devrimi IŞİD’in bölgede kurmayı planladığı şeriat devletinin önünde en büyük engel. Dolayısıyla bu engeli aşmak adına Türkiye ve KDP ‘den de açık ya da gizli destek alındığı biliniyor, defalarca belgelendi.

9-10 Haziran’da IŞİD’in hiçbir direnişle karşılaşmadan Musul’a girmesi ve kenti kontrol altına alması ilk hamle, sonrasında ise ki şu a Bağdat’a 25 km kadar yaklaşmış durumdalar, iki amaç söz konusu olabilir, olduğu anlaşılıyor. Birincisi Rojava’yı doğudan elde edilen ağır silahlarla kuşatmak ki hemen ekleyelim Türkiye’nin bunu dört gözle beklemesinin yani sıra maalesef ki KDP de bunu istiyor ve Rojava’a girmek. İkincisi ise Irak’taki şia yönetimini devirmek ve yerine Sunni Şeriatını tesis etmek. Hemen belirtmek gerekir ki örgütün tüm bunlar yapabilmek adına özellikle Irak’taki Sunni halktan aldığı destek göz ardı edilmemeli. Ayrıca Irak merkezi Hükümeti ve Federe Kürdistan Bölgesi arasındaki gerilim, Irak Ordusu’nun tek merkezden ve koordineli bir biçimde yönetilememesi ve en önemlisi de Maliki yönetimine karşı Irak’ın Sünni Müslümanlarının tepkisi IŞİD’in elini güçlendiriyor.

Maliki yönetimi dağınık ve koordinasyondan yoksun orduyu henüz IŞİD’e yönelik etkili bir operasyon yapacak düzeyde toparlayamadı. Zaten Irak ordusunun ezici bir çoğunluğunu Şiilerin oluşturması da Sunni Iraklıların gözünde IŞİD’i kendilerine daha yakın hissetmelerine sebep oluyor. Yani daha açık bir ifade ile Maliki’nin yaklaşımı IŞİD’i bölgeden temizlemek ancak bunu yaparken mezhepsel bir gerilim de beraberinde geliyor. Bazı örnekler; Iraklı Şii lider Ayetullah Sistani IŞİD’e karşı Cihat ilan etti, yine Şii lider Mukteda El Sadr Şii kesimi IŞİD’ karşı tepki göstermeye çağırdı ve belki en önemlisi de İran’ın resmi olarak Devrim Muhafızları’ndan oluşan grupları IŞİD’e karşı savaşmak için bölgeye gönderdiğini ilan etmesi. Bu parametreler açık bir biçimde bir mezhep savaşını resmediyor. Zaten en tehlikeli olacak olan da bu. Bölgedeki Şii güçlerin İŞİD’ e karşı ortak bir cephe kurdukları açık. Ancak defaatle ifade ettiğim gibi mezhep üzerinden sürdürülen bir savaş Sunni halkın duyarlılıklarını da daha fazla harekete geçirecek ve belki de yıllarca sürecek bir mezhep savaşının startı verilecek.

Tüm bu gelişmeler karşısında, başta Irak ve tüm Ostadoğu’daki kaotik durumun baş sorumlusu olan ve bizzat İŞİD gibi sapkın bir örgütün ortaya çıkması için tüm somut şartları hazırlayan ABD ve Batılı güçler, kendi yarattıkları bu cehenneme en azından şimdilik girmek istemiyorlar.

Ve alternatif; şu an görünen tek alternatif Kürt Cephesi. İŞİD’in Musul işgali olduğu günden bu yana gerek KCK-HPG, gerek PYD-YPG güçlerinin ortak mücadele çağrısı en azından şimdilik YNK Peşmergeleri nezdinde karşılık bulmuş gibi. Özellikle YPG güçleri ve YNK Peşmergeleri IŞİD’e karşı ortak ve başarılı operasyonlar sürdürüyorlar. KDP’nin Türkiye ile ortaklaşa yürüttüğü Rojava’yı çok yönlü boğma planlarına rağmen YPG Kürdistani güçlerle birlikte IŞİD’e dönük ortak operasyonlar yapmakta geri durmadı. Buradan iki sonuç çıkarıyorum. Birincisi KDP ile YNK arasında zaten Rojava Devrimine yönelik bakış açısında bir farklılık vardı, YNK Rojava’ya daha ılımlı bakma taraftarıydı her zaman. Gelinen noktada ise YNK-YPG ortaklığı KDP karşısında daha güçlü bir alternatif doğuracak. Son tahlilde Güney’in Rojava’ya yönelik tutumu zorunlu olarak değişecek. İkincisi ise şu an hâlihazırda Ortadoğu’daki tek demokratik muhtevaya sahip hareke olan KCK bünyesinde gelişen Kürt Hareketi, Suriye, Irak, Türkiye ve tüm Ortadoğu için halklar adına yaşanabilecek tek geçerli sistemi yani, demokratik konfederal sistemi sunuyor. Onlarca halkın, inancın ve dilin birlikte yaşadığı Ortadoğu için başka da bir alternatif görünmüyor. Barzani’nin ulus devletçik hayalleri ve mezhep ayrımına dayalı İslam tandanslı oluşumlar var olan krizi daha da derinleştirecek.

Ez cümle, tek çözüm; ne tek ulusa dayalı otoriter küçük devletçikler, ne mezhebe dayalı dinsel oluşumlar, çözüm, çoğulcu, kendi içinde özerk konfederatif bir Ortadoğu.